28 Aralık 2014 Pazar

Ayı Safrası Çiftlikleri



Çin’de safra çiftliklerinde 10.000’den fazla ayı esaret altında tutuluyor, Vietnam’da ise yaklaşık 2,400 ayı aynı kaderi paylaşıyor. Ayılardan düzenli olarak safraları alınıyor, bu safra hem geleneksel tedavi yöntemlerinde hem de ev eşyalarında kullanılıyor.

Safra, çeşitli acı veren tekniklerle elde ediliyor ve bu teknikler ayılarda büyük çapta enfeksiyona yol açıyor. Ayı safrası için çok sayıda etkili bitkisel ve sentetik alternatif bulunmasına rağmen bu korkunç uygulama halen devam ediyor.

Bu çiftliklerde ayılar daracık kafeslerde tutuluyor. Çin’debu kafesler o kadar küçük ki ayılar dört ayak üstüne kalkamıyor ve dönemiyorlar. Bazı ayılar henüz bir yavruyken kafese konuyor ve ömürlerini bu kafeslerde geçiriyorlar. Bazıları 30 yıla varan süreler boyunca esareti yaşıyor. Bu ayılar hayatları boyunca açlık ve susuzluk çekiyor, ve onları öldüren pek çok hastalıkla ve tümörlerle yaşıyorlar.

Ayı safrası geleneksel Asya tedavi yöntemi olarak bin yıllar boyunca kullanıldı. Eskiden avlanan ayıların safra keseleri kesilerek içinden safrası alınırdı. Fakat 1980’lerde bu yöntem bir endüstriye dönüştü ve ayıların hayatı boyutları safraları alınmaya başlandı, bunun için de kafeslerde esir tutulmaya başladılar.

Bu uygulama Vietnam’da illegal olmasına rağmen talep halen devam ettiği için illegal bir şekilde sürdürülüyor. Çin’de ise hala legal statüde.

Bu çiftliklerin kapatılmasını talep eden iki imza kampanyası linki:

Sabah gazetesinin 16 Eylül 2013 tarihli haberinde, bu çiftliklerden birinde işkence gören ayının önce yavrusunu öldürdüğü sonra da intihar ettiği yer alıyor: http://www.sabah.com.tr/dunya/2013/09/16/ayinin-intihari

Çeviri: D. Ferahi


14 Aralık 2014 Pazar

Arıcılık: Bir Sömürü Çeşidi


Yazan: Gary Yourofsky
Çeviri: D.Ferahi
Pek çok “çevreci” insan bal, polen, arı sütü*, arı tutkalı üretmek için arıları sömürmenin doğal ve etik olduğunu düşünür. Fakat sağlıklı bir hayatı önemsemek ve adaletsiz, sürdürülebilir olmayan pratikleri kınamak, TÜM sömürü biçimlerini ve TÜM hayvansal ürünleri hayatınızdan çıkarmanızı gerektirir. Eğer vegan değilseniz, yaptığınız her şey o nefret ettiğiniz ırkçı, cinsiyetçi ve heteroseksist ideolojiyi taklit etmekten öteye gitmez.


Arıcılık endüstrisi sömürünün bir parçasıdır. İstisnasız tüm arıcılar yetiştiricilerden kraliçe arı sipariş ederler çünkü kraliçe arı olmadan diğer arılar bal kusmaz (üretmez). Kraliçe arı havalandırmalı bir kutunun içinde arıcıların eline ulaştığında, arıcılar bu kraliçe arının kanatlarını sökerek, arının uçup gitmesini engellerler. Istakozları canlı canlı kaynatmak, yeni doğan buzağıları annelerinden ayırmak, erkek civcivleri öğütme makinesinde öğütmek, kazları borularla zorla beslemek gibi, arıların kanatlarını koparmak da insanların bilinçli olarak hayvanlara yaptığı en gaddar işkencelerden biridir.

Eğer izin verilse, arılar balı kovanda bir yalıtım malzemesi olarak ve kendileri ve yavruları için yiyecek olarak kullanacaklar. Bir arı grubu fazla miktarda bal üretmeye son verince, arıcılar tarafından öldürülüyor ve yeni arı grupları oluşturuluyor. Üretken olmayan hayvanların süt ve yumurta endüstrisinde kârlı olmadıkları gerekçesiyle öldürüldükleri gibi, arıcılık endüstrisinde de üretken olmayan arılar öldürülüyor. Arılardan elde edilen ürünleri tüketiyorsanız, size ait olmayan bir şeyi çalıyorsunuz demektir, hayvan sömürüsünü umursamayarak yumurta ve süt tüketen vejetaryenler gibi.

Arılardan elde edilen ürünler şeker, hayvansal protein ve hayvansal yağ içerdikleri için organik ya da yerel üretim olsalar bile sağlıklı değiller. Yerel üretimi sadece meyve, sebze ve diğer bitkisel ürünler açısından destekliyorum, hayvanları sömüren üretim şekillerinin yerel ya da organik olması bir şey ifade etmiyor. Kendi bölgenizde yetişen hayvanları sömürmek, başka ülkede yetişen hayvanları sömürmek kadar adaletsiz. (Bu arada yerel üretimi destekleyen insanlar neden sadece gıda konusuna yöneliyor? Fark ettim ki bu insanlar başka ülkelerde üretilen bilgisayar, telefon, televizyon seti, araba, kıyafet gibi şeylere para harcamaktan sakınmıyorlar.)

Arılardan elde edilen ürünlerin etik ve doğal olmadığı konusunda ikna edici olamadıysam şunu eklemek istiyorum: Düşünün ki bir doğa yürüyüşündesiniz ve ormanda bir arı kovanına denk geldiniz. Elinizi kovana daldırıp içinden bal çıkarmaya girişir miydiniz? Ya da bir arıyı havada yakalayıp kıl gibi ince bacaklarından polenleri almaya çalışır mıydınız? Bunu yapsaydınız arılar hiç acımadan sizi sokardı. O zaman, doğallık bunun neresinde?

Arı balının tadına ya da dokusuna benzer bir şeyler arıyorsanız, agave nektarı ya da pirinçten üretilen bal satın alabilirsiniz.**

Balın harika bir besin olduğu bir gerçek, ama sadece arılar için! Balın çok sağlıklı ve besleyici olduğunu çok yaygın ve yanlış bir inanıştır. Bal, arının midesinin ürettiği bir sıvıdır. Arı, çiçeklerden polenleri toplar ve midesinde bazı asitlerle birlikte onları sindirir. Hücrelerde depolanan bal, arıların kanatlarıyla yarattığı hava akımı sayesinde dehidrasyona uğratılır. Bu asitler ve kurutma işlemi olmasa bal hemen fermantasyona uğrar ve arılar tarafından 8 ay boyunca kullanılabilir halini yitirir. Bu asitler ve kurutma işlemi sebebiyle bal, bakterilere kapalı hale gelir. İnsanların sindirim sistemi için bal daha çok zehirdir.

Balın içerdiği mineral ve vitaminler insanlar için yeterli değildir çünkü insanlar arılardan çok daha fazla besine ihtiyaç duyarlar. Bal, bazı iyi şeker çeşitlerini barındırır fakat bala arılar tarafından eklenen asitler, balın toksit bir maddeye dönüşmesine sebep olur. Bu asitler bal için koruyucu maddelerdir. İnsanlar, arılar gibi bu asitleri sindirmek için gerekli olan enzimlere sahip değildir ve bu asitleri nötrleyebilmek için vücudunun önemli minerallerini kullanması gerekir. İnsanlar balı yedikleri zaman, mide floralarındaki nem bal tarafından emilir. Simbiotik bakteriyel popülasyonu azalmaya başlar. Bal insanlar için asit üreten ve kireçsizlendirici etkilere sahiptir. Vücuda alınan ve sonradan oluşan asitleri nötrlemek için kemiklerdeki ve dişlerdeki kalsiyum kullanılır.

Sonuç olarak bal ne etiktir ne de sağlıklı. Hayvan sömürüsüne karşı mücadele etmek için hayvansal ürünler kullanmayarak ve sömürüyü teşhir ederek harekete geçebilirsiniz.

"Kraliçe Arı Hapis Çerçevesi":

At Yarışı Gerçeği

Çeviri: D. Ferahi
Kaynak: http://www.animalsaustralia.org/issues/horse_racing.php


At yarışı, hayvanların kullanıldığı sözde sporların içinde belki de en cazibeli imaja sahip olan yarış türü, özellikle rodeoların aşikar olan gaddarlığıyla karşılaştırıldığında. Peki bir yarış atının hayatı gerçekte nasıldır? Ve belli bir seviyeye gelemeyen binlerce atın akıbeti nedir?


1 yaşına gelmiş taylar ve kısraklar at yarışı meraklılarının dikkatini çekerler: yani paralı insanların. Bu hayvanların çoğu binlerce dolara satılır ve aslında bahis buradan başlar; sahipler ve eğiticiler bir şampiyona sahip olduklarını umarlar ya da en azından giderlerini karşılamayı.

2 yaşındaki hayvanları yarıştırmak yaralanma riskini doğurur çünkü bu yaştaki atların iskelet sistemi henüz gelişimini tamamlamamıştır ve yarış dünyasının ağır çalışma koşullarına ve stresine dayanıklı değildir. Fakat pek çok at “sahibi” 2 yaşındaki hayvanları eğitime başlatır.

Eğitim sürecinde atlar günün büyük bir kısmını birbirlerinden ayrı bir şekilde ahırlarda kapalı olarak geçirirler. Atları ahırda bağlı tutmak, yüksek performans gerektiren eğitim ve beslenme şekli için en “uygun” yöntemdir, hem böylece eğitim yerine yakın bir yerde konaklayarak her gün yolculuk edilmez. Fakat sosyal hayatlarından mahrum kalan atlar bazı tipik davranışlar geliştirir, çitleri ya da diğer sabit objeleri ısırmak, homurdanmak ya da kendini sakatlamak gibi. Bu davranışlar hayvanların gördüğü muameleden kötü etkilendiğinin bir kanıtıdır.

Otlamak yerine eğitim sürecinde yoğun olarak tahılla beslenen bu atlarda ülser görülür. Yarış atları üzerine yapılan bir araştırmada hayvanların yüzde 89’unun ülsere yakalandığı ve pek çoğunun eğitimin başlangıcından 8 hafta sonra derin ve kanayan ülserlerinin olduğu saptanmıştır.

Eğitim ve yarış sürecinde her yaştan at yırtık tendon ve bağdoku, yerinden oynamış eklem ve hatta kırık kemikler gibi sakatlanmalar yaşar.

Yarış sürecinde aşırı zorlanan hayvanların soluk borularında ve ciğerlerinde kanamalar olur. Melbourne Üniversitesi tarafından yürütülen bir çalışma, yarış atlarının yüzde ellisinin soluk borusunda ve yüzde 90’nın ciğerlerinde kanama olduğunu tespit etmiştir.

Engelli koşularda “kaybetmiş” ya da “emekli” atlar yarıştırılır. Araştırmalar engelli koşunun normal yarıştan yüzde 20 daha fazla ölüm riski taşıdığını ortaya koyuyor. Bir grup atı hızlı bir şekilde bir metreden yüksek engellerden atlatmaya çalıştıklarını düşünürsek, bu bulgu hiç de şaşırtıcı değil.

Engelli koşunun süresi diğer yarıştan daha uzun tutuluyor ve jokeyler daha ağır oluyor. Yorgun atların düşme, kendilerini ve jokeyleri sakatlama riski çok daha fazla.

Sakatlanan atlar neden genellikle öldürülüyor? Bir at bacağını ya da omzunu kırdığı zaman kemiğinin parçalara ayrılma ihtimali çok yüksek. Ve tekrar yarışma ihtimali çok düşük. Sakatlanan bir yarış atını tekrar sağlığına kavuşturmak zaman alıyor ve fazla para gerekiyor. Yaralı atlar zatürre gibi enfeksiyonlara açık hale geliyorlar, bu da “ekonomik” bulunmuyor.

Yarış atlarının yaklaşık yüzde 40’ı hastalık ya da düşük performans sebebiyle endüstri dışı kalıyor. Avustrulya’da bu atlar mezbahaya gönderiliyor. Her yıl Avustralya’dan Japonya ve Avrupa’ya insanların tüketmesi için 2.000 ton at eti satılıyor. At eti için Avustralya’da her yıl 25.000 at öldürülüyor. Atlar mezbahalara kötü koşullar altında götürülüyor ve yolculuk günler sürüyor.


At yarışı endüstrisinden ayrılan atların ufak bir kısmı da at binicileri ve başka “hobi”ler için satılıyor.





Empati, Eğitim ve Şiddet: Hepsinin Zamanı

Yazan: Gary Yourofsky
Çeviri: D. Ferahi


Tarihte ilk defa hayvan hakları aktivistleri ,ABD ve İngiltere devletleri tarafından ortaya konan öngörülmemiş bir baskı dönemiyle karşı karşıya. ALF özgürleştiricilerini bulmanın zor olmasıyla birlikte, ALF’i açık bir şekilde destekleyenler ve eski ALF aktivistleri bu devletlerin rutin olarak sosyal adalet aktivistlerine yönelttiği ayrımcı gücün yüküne maruz bırakılıyor.


Pek çok insan bunu bilmiyor ama ünlü pasifist Martin Luther King Jr’ın şöyle bir sözü var: “Beyaz Amerika’nın üzerinde benim arkamda duran, elinde molotof kokteyli tutan bir siyahinin gölgesi olduğu sürece benim eylemlerim etkili olacak.” King’in -sadece molotof kokteylinin yangın çıkaran ateşi değil- kundaklama üzerine düşünceleri pek çok insanı şaşırtıyor. King’e göre kundaklama şiddet içermeyen bir eylemdi çünkü tuğla, tahta, metal ya da diğer sentient olmayan materyallerden oluşan binalar hissetme gücüne sahip değil.

Şiddet içeren eylemlerde bulunan ya da hiçbir eylemde bulunmayan insanlar arasından King ve diğer ünlü pasifist Gandhi şiddet içeren eylemleri gerçekleştirenleri tercih etti. Lütfen onların ne demek istediklerini yanlış yorumlamayın. King ve Gandhi kesinkes pasifistti ve şiddet içermeyen eylemlere sıkı sıkıya bağlıydılar. Fakat ikisi de zamanı tekrar etti ve bir şey (şiddet) hiçbir şeyden (kayıtsızlıktan) daha iyiydi.

Ben de aynı şekilde düşünüyorum. Şüphesiz ki okullarda yaptığım sunumlar, stand açmak, broşür dağıtmak, imza toplamak, yazılar yazmak, gizli çekimler yapmak ve sivil itaatsizlik gibi şiddet içermeyen aktivizmi tercih ediyorum. Fakat köklü bir değişim için farklı çeşitlerde taktikler kullanmak gerekir. Kayıtsız olan biri ile bir vizonu özgürleştiren, işkence laboratuvarını yakan ya da canlı hayvan üzerinde deney yapan ya da doğrudan bir hayvanı katleden birini öldüren kişi arasında, kayıtsızlığı hiçbir zaman seçmezdim, diğer kişiyi seçerdim.

Radikal taktikler doğrudan sonuçlar elde etmek için tarih boyunca haklı bir şekilde kullanıldı. Müttefik Güçler şiddet kullanarak Hitler’in ölüm kamplarını yok etti, bu süreçte Nazileri öldürdüler ve Buchenwald ile Auschwitz’in gaz odalarını sonsuza dek yok ettiler. Kuzeyliler silahlanıp binlerce ırkçı Güneyliyi (siyah kölelerin sahiplerinden bahsediyor) öldürdükleri zaman siyah köleler için işlenen bu meşru cinayetlerin gerekliliği sorgulanmazdı. Gandhi bağımsızlığı pek çok Hintli, İngiliz askerlerini öldürürken, sokaklarda isyan çıkarırken ve ateşler yakarken kazandı. Black Panther’lerin tehdit taktikleri ve Malcolm X’in “gerekli olan her yol denenmeli” felsefesi sivil haklar hareketini ya da Dr. King’in yükselişini engellemedi.  King’e Malcolm X’in radikal taktiklerine son vermesi istendiğinde King’in cevabı şöyle oldu: “Benden Malcolm’u durdurmamı istemeyin. Irkçılık durduğu gün Malcolm X de duracak!”

Bu ülkenin en lafını esirgemez hayvan hakları aktivisti olarak ben de aynı yaklaşımı savunuyorum. Bana hayvan yiyen biri ya da bir gazeteci “ALF yasalara karşı geliyor ve binaları ateşe veriyor, ARM da şiddeti savunuyor” dediği zaman onlara şöyle cevap veriyorum: “ALF ve ARM hayvan katliamı ve sömürüsü sona erdiği gün duracak!”

Aktif bir şekilde haksızlığı sona erdirmeye çalışanlar övülmeli; yerilmemeli. Gandhi şöyle söylemişti: “Tiranlar ve katiller hep vardı ve bazen yenilmez göründüler. Ama sonunda her zaman yenildiler. Her zaman!” Kundaklama, özgürleştirme ya da tehdit yöntemleri, ya da meşru cinayetler hayvan hakları hareketini engelleyemez çünkü hiçbir şey hayvanları insan zaptedicilerinden özgürleştirmenin gerçekçi, iyilikçi mücadelesini durduramaz.

ALF hayvanları özgürleştirdiği ve onların hayatlarında ani değişiklikler sağladığı zaman, mantıklı herhangi birey nasıl ALF’i desteklemez bilmiyorum. Onun yerine, toplumun ve politikacıların aç gözlü ve bencil gündemlerine hayvanları sokmalarını mı beklemeliyiz? Harriet Tubman’ın Yeraltı Tünelleri’nde beyazların “mallarını” çalarak siyahileri özgürleştirdiği gibi, ALF kürk firmalarının ve deneycilerin “mallarını” çalarak hayvanları özgürleştiriyor.

Dahası, son 30 yılda ALF’in gerçekleştirdiği kundaklamalarda yaralanan ya da ölen tek bir insan olmadı. Ekonomik sabotajın bu pırıl pırıl rekoru da şans eseri değil. ALF üyeleri şiddetsizlik kuralına sıkı sıkıya bağlıdır ve süreç içinde hiç kimseye zarar vermezken özgürlükleri olmayan hayvanlar için kendi özgürlüklerini tehlikeye atarlar.

Anüslerine elektrik verilen ve boyunları kürk endüstrisine kürk sağlayan alçak insanlar tarafından kırılaran onbinlerce tilki ve vizona tüm bunlardan kurtulma şansı verilir, hasta ruhlu deneycilerin ellerinden köpekler ve fareler kurtarılıp güvenli evlere yerleştirilir.

Fakat, şiddet aktivizmin önemli bir parçası olduğundan, bir hayvan istismarcısı kundaklama ya da doğrudan eylem esnasında zarar görseydi bunu da kesin surette desteklerdim. Hayvanları tutsak eden ve öldüren zulümcüler için empati göstermiyorum. Empati masum kurbanlar, hayvanlar içindir. Neredeyse her aktivist şiddetsizliği kucaklasa da hayvan hakları insanlara şiddetsiz olmakla alakalı değildir. Hayvan hakları, hayvan istismarından ve katliamından kazanç sağlayan şiddetli, açgözlü, kalpsiz canilerin elinden hayvanları kurtarmakla ilgilidir.

Hayvan hakları hareketi başlangıcından beri şiddetsizliği tercih etti fakat insanlar bizimle hala alay ediyorlar. Pisagor, Gandhi, Schweitzer, Tolstoy, Plutarch, da Vinci, Dick Gregory, Isaac Bashevis Singer, Dolores Huerta ve Cesar Chavez gibi bilginler, kahinler ve çağdaş düşünürler hayvan hakları konusunda merhamet çağrısında bulundular. Fakat hala milyarlarca hayvan köle durumunda ve öldürülüyor. Eğer barışçıl protestolar ve toplumu eğitmek tek çözüm olsaydı, hayvanlar şimdiye özgürleşmiş olurdu. Maalesef, sevgi her zaman nefreti yenemiyor.  Mantık tek başına cehaleti ya da salaklığı yenmiyor. Şiddetsiz eylemler kurumsallaşmış şiddeti her zaman sona erdiremiyor.

Bazen düşünüyorum ki türcülüğü yok etmenin tek yolu umarsız her insanı besi ünitesindeki bir inek gibi, laboratuvardaki bir maymun gibi ya da sirkteki bir fil, rodeodaki bir boğa ya da kürk çiftliğindeki bir vizon gibi yaşamaya zorlamak. Böylece insanlar bu uyuşuk hallerinden uyanır ve yeryüzündeki en alçak tür tarafından, insan hayvanı tarafından, diğer hayvanlara yaşatılan acıların farkına varır.

Aslında içimde daha derinde, baskı, işkence ve katliam, umarsız insanlara on kat geri dönsün diye umuyorum. Av esnasında oğullar babalarını yanlışlıkla vursun, etçiller (et yiyen insanlar) kendilerini yavaş yavaş öldüren kalp krizini yaşasın. Kürkünün içinde rahat rahat dolaşan her kadın tecavüzü öyle şiddetli yaşasın ki bu onda hiçbir zaman unutamayacağı bir iz bıraksın. Kürk giyen her erkek o kadar şiddetli bir şekilde anal tecavüzü yaşasın ki sakat kalsın. Her rodeo kovboyu ve matador ölümcül şekilde boynuzlanmalı, sirk çalışanları filler tarafından ezilmeli, kaplanlar tarafından pençelenmeli. Son olarak, hayvanlar üzerinde deney yapanların yavaş öldüren hastalıklarla solup gitmesini isterim çünkü araştırmalara harcanan ve onları iyileştirmek için kullanılabilecek dolarlar barbarca ve bilimle ilgisi olmayan dirikesim pratikleri için israf edildi.

Hayvan özgürlüğünü gerçekten önemseyenler hayvanları sevdikleri insanlardan ayrı tutmamalıdır. Hayvanları köleleştiren ve öldüren insanlar için uğraşmalıyız ve onları mantık yoluyla ikna etmeliyiz. Ama bu süreç tek başına hayvanları özgürleştirmek için yeterli değil. Hayvanları onları esir tutanların elinden zorla kurtarmanın vakti geldi, bu süreç içinde birini yaralamak ya da öldürmek gerekse bile. Bir kişiyi bir başkasını öldürmekten fiziksel olarak alıkoymak şiddet değildir. Istismarı ya da cinayeti durdurmak, başkasının yerine yapılan nefsi müdafa eylemidir ve bu eylem meşru, yüce gönüllü bir eylemdir.

Özgürleştirme, kundaklama ve şiddetin negatif tepkilere yol açmasının bir tek sebebi var: çünkü inekleri, domuzları, tavukları, tavşanları, fareleri ve geyikleri gerçekten insanlara eşit olarak gören insan sayısı çok az. Herkes hayvanların özgürlüğü ve eşitliği hak ettiğini farkedene kadar hayvanlar öldürülmeye devam edecek ve insanlar istismarcıları değil benim gibi aktivistleri suçlamaya devam edecek.

Hayvanlara eşit şekilde önem verilmeye başlandığı zaman, onları özgürlüğüne kavuşturmak için ve yaşadıkları işkenceleri durdurmak için yapılan her şey meşru olacak. Toplum, hayvanlar için yapılan özgürleştirmelere, kundaklamaya ve şiddete karşı geliyor çünkü hayvanların böyle bir cömertliğe (emeğe), değmeyeceğini düşünüyorlar. Hep söylerim, 1997 yılında çocukları bir porno şebekesinin elinden kurtarsaydım, Detroit sokaklarında binlerce kişi beni omuzlarında taşıyarak tebrik ederdi. Ama bir kürk çiftliğinden 1,542 vizonu özgürleştirmenin sonucunda 77 günü hapishanede geçirdim ve bana terörist dendi.

Eğer zeka özürlü çocuklar Sağlık Bakanlığı tarafından sakatlanmak, kör bırakılmak, yakılmak ve öldürülmek için ufak kafeslerde tutuluyor olsaydı ALF ve ARM taktikleri meşru bulunurdu. Eğer siyahi insanlar mezbahalarda bacaklarından tavana asılıp öldürülseydi ve bedenleri parçalara ayrılsaydı toplum ALF ve ARM taktiklerini benimserdi. Eğer eşlerimiz ya da en yakın arkadaşlarımız ormanda dolanırken bir ok ya da kurşun göğüslerine isabet etseydi, kendisine ALF diyen merhametli devrimcilere tüm şükranlarımızı sunardık. Eğer kendinizi hayvanların yerine koyarsanız, sizi işkenceden, esaretten ve nihai ölümden kurtaracak herhangi bir yol kabul edilebilir olurdu.

Bu yazı şiddetsiz eylemi bırakıp silahlara sarılın gibi bir çağrı değil. Geçmişteki adalet mücadelelerinde şiddeti kullanan eylem biçimleri sadece bir kısım insan tarafından uygulandı, hayvan haklarında da durum böyle olacak.


Eylemlerim hakkında bilgi vermem gerekiyorsa, 90’lı ve 2000’li yıllarda sivil itaatsizlik ve doğrudan eylem sebebiyle 13 kere tutuklandım, Ontario’daki kürk çiftliğinden 1,542 vizonu özgürleştirmem de buna dahil. 1 Ocak 2014 itibariyle 30 eyalette ve İsrail’deki pek çok kentte 180 okulda 2,495 kere sunum yaptım, hayvan sömüren  60.000 insana ulaştım çünkü veganlık ve eğitimin eylemliliğin en etkili çeşidi olduğuna inanıyorum. Yanı sıra şiddet içeren eylemlerin de bir yeri olduğunu düşünüyorum. Bu metodların birleşimi hayvanların nihai özgürlüğünü sağlayacak.




“İşçi Partisi yalan söyledi, Barry öldü.”

Çeviri: D. Ferahi

Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/Barry_Horne


Not: Anlaşılırlığı ve akıcılığı sağlamak için orjinal metin sadeleştirilmiş ve kısaltılmıştır.






Barry Horne 1952 yılında İngiltere’de doğdu. 1998 yılının Aralık ayında, Britanya devletini hayvan deneyleri üzerine kamu soruşturması başlatmaya ikna etmek için -ki İşçi partisi 1997 yılında iktidara gelmeden evvel bunun sözünü vermişti- 68 günlük açlık grevi yaptığı sırada dünyaya ismini duyurdu. Horne açlık grevini, kürk ve deri ürünleri satan mağazalara yanıcı maddeler yerleştirmekten aldığı 18 yıllık hapis cezasını çekerken gerçekleştirmişti. Bu ceza İngiliz mahkemesi tarafından bir hayvan hakları aktivistine verilen en ağır cezadır.


Açlık grevi Horne’da böbrek hasarı ve görme bozukluğuna sebep oldu ama bu grev Horne için ne ilk ne de sondu. 3 sene sonra karaciğer yetmezliğinden öldüğünde 15 gündür hiçbir şey yememişti. Medyanın Horne’nun ölümüne tepkisi düşmancaydı; gazeteciler ve politikacılar onu terörist olarak tanımlıyorlardı. Öte yandan hayvan hakları hareketi içinde bazı insanlar tarafından Barry Horne bir şehit olarak görülmektedir.

Çocukluk ve Gençlik Yılları

17 Mart 1952’de  Northampton’da doğdu. Babası bir postacıydı. Barry Horne 15 yaşında okulu bırakarak temizlik işçiliği ve benzeri alanlarda çalıştı.

Aktivizm

İkinci eşi Aileen’in onu bir hayvan özgürlüğü toplantısına götürmesinin ardından Horne hayvan haklarıyla ilgilenmeye başladığında 35 yaşındaydı. Hayvan deneyi videoları izledikten sonra vejetaryen ve bir av sabotajcısı* olmaya karar verdi. Unilever’in** laboratuvarına baskın düzenleyen ve kürk manto satan bir dükkan olan Beatties’e protesto düzenleyen Northampton Hayvan Kuruluşu’nda  (Northampton Animal Concern) aktif olarak yer almaya başladı.

Yunus Rocky

Rocky, 1971’de Florida’da avlandıktan sonra ufak bir havuzda 20 yıl boyunca çoğu zaman tek başına tutulan bir yunustu. Horne, Rocky’yi 1988’de kurtarmaya çalıştığında kamuoyunun dikkatini ilk o zaman çekmişti. Horne ve dört diğer aktivist, 290 kilogram gelen yunusu havuzdan denize bir merdiven, ağ, el yapımı sedye ve kiraladıkları araba ile taşımayı planladı.

Horne ve arkadaşları Rocky’yi tanımak için daha önceden gizlice akvaryumu ziyaret ediyordu. Kurtarma eylemini yapacakları gece ekipmanlarıyla birlikte havuza gittikleri zaman  eylemin bu koşullar altında kotarılmasının zor olduğunu görüp Rocky’yi almadan oradan ayrıldılar. Arabalarına dönerken bir polis aracı onları durdurarak arabanın içindeki sedyeyi hangi amaçla taşıdıklarını sordu ve aktivistlerden biri “mantıklı bir cevabı olmadığını” söyledi. 5 gün süren davanın ardından gizlice yunusu kaçırmayı planlamakla suçlandılar. Horne, Jim O’Donnell, Mel Broughton ve Jim Buckner 500 Pound ceza alırken, Horne ve Broughton ek olarak 6 aylık tecil edilmiş (ertelenmiş) ceza aldılar.

Horne ve diğerleri Rocky’yi özgürleştirme çalışmalarına devam ettiler ve 1989’da akvaryumun önünde eylem yaparak, broşür dağıtarak, yürüyüşler düzenleyerek ve yerel yönetimde lobi faaliyetleri yaparak Morecambe Yunus Akvaryumu kampanyasını yürüttüler. Bilet satışları düşen akvaryum yönetimi yunusu 120.000 pounda satmaya razı oldu. Bu para birkaç hayvan kuruluşu tarafından toplandı ve kampanya Mail on Sunday isimli gazete tarafından desteklendi. Gazete, Britanya’daki esir yunusların özgürleştirilmesi için “Into the Blue” isimli bir kampanya başlatmıştı.

1991 yılında Rocky, Turks ve Caicos Adalarında 320.000 m2’lik bir göle taşınmasından bir süre sonra özgürlüğe doğru salıverildi. Birkaç gün sonra bir grup özgür yunusla birlikte yüzdüğü görüldü.  Sunderland Üniversitesi’nden Peter Hughes bu kampanyanın Britanya’da yunuslara olan bakış açısını önemli ölçüde değiştirdiğini, yunusların artık “bireyler” olarak görüldüğünü ve bundan sonra Britanya’da esir bir yunus bulunmadığını belirtiyor.





HARLAN INTERFAUNA BASKINI
Keith Mann ve Danny Atwood ile birlikte Horne, bir Hayvan Özgürlüğü Cephesi (ALF) grubuna üyeydi. Bu grup Cambridge’te laboratuvar için hayvan üreten bir şirket olan Harlan Interfauna’ya 17 Mart 1990’da, Horne’nun doğumgününde, baskın düzenledi. Aktivistler laboratuvardaki hayvan ünitelerine çatıda açtıkları deliklerden girerek 84 beagle köpek yavrusunu ve 26 tavşanı kurtardı. Aynı zamanda şirketin müşteri listelerini yok etti. Bu listede bazı büyük firmalar ve üniversiteler yer alıyordu. ALF’i destekleyen bir veteriner hekim köpeklerin kulaklarındaki işaretleri (dövmeleri) çıkardı ve köpekler Britanya’da farklı yerlere yuvalandı. Laboratuvarda ve bir aktivistin evinde bulunan kanıtlar yoluyla Mann ve Attwood hırsızlıkla suçlandı ve 9 ay, sonrasında da 18 ay hapis cezasına çarptırıldılar.

1991: HAPİS
1991 yılında Horne patlayıcı madde bulundurmaktan 3 yıl hapis cezası aldı. Hapisteyken doğrudan eylem duruşu daha da kuvvetlendi. Haziran 1993’te Hayvan Hakları Mahkumlarına Destek Bülteni’nde ( Support Animal Rights Prisoners Newsletter) şöyle yazdı: “Hayvanlar ölmeye devam ediyor ve işkencenin boyutu gittikçe büyüyor. Insanların buna cevabı ne peki? Daha çok vegi-burger, daha çok Special Brew (bir çeşit bira) ve daha çok umursamazlık. Artık bir hayvan özgürlüğü hareketi yok. Bu uzun zaman önce öldü. Geri kalan sadece umursayan, anlayan ve harekete geçen bir avuç insan. Harekete geçmiyorsan göz yumuyorsun demektir. Savaşmazsan kazanamazsın. Eğer kazanmazsan bu sürekli devam eden ölüm ve işkencelerden sen de sorumlusun demektir.”

KUNDAKLAMA VE TUTUKLANMA
1994 yılında salıverildikten sonra Horne aktivizmi tek başına yürütmeye başladı. Keith Mann, hayvan hakları aktivistleriyle ilgilenen polisin genel davranışlarından yola çıkarak, tek başına çalışmanın daha güvenli olduğundan bahseder. Horne zaten kendi halindeydi ve dışarı tek başına çıkıp kendi deyimiyle “işleri halletmeyi” severdi.

Horne sonraki 2 yıl içinde, ev yapımı patlayıcılar kullanarak deri ürünleri satan mağazaları geceleri kundakladı. Bazı saldırılar ALF’in şiddetsizlik politikasını reddeden Hayvan Hakları Milisleri (Animal Rights Militia) tarafından üstlenildi. Çok az sayıda aktivist yanıcı madde yerleştirmeyi üstleniyordu ve böyle bir işi Horne’nun yapacağı biliniyordu. Bu yüzden polis onu yakın takibe aldı. Mann’a göre Horne yakalanacağını biliyordu ama hayvan aktivizmini bir savaş olarak görüyor ve nihayetinde öleceğini düşünüyordu. Polis evine baskın düzenledi ve evinde yanıcı maddeler buldu. Gözaltına alındıktan sonra Temmuz 1996’da tutuklandı ve Bristol’deki Broadmead alışveriş merkezine gece patlamak üzere*** kurulan yanıcı madde yerleştirmekle suçlandı. Polis daha sonra ceplerinde 4 yanıcı malzeme daha buldu.



1997: 18 YIL CEZA
Horne’nun kundaklama davası, 12 Kasım 1997’de, ikinci açlık grevini sonlandırdıktan 6 hafta sonra başladı. Bristol’deki kundaklama olayını üstlendi ama Isle of Wight’teki saldırıları kendisinin yapmadığını belirtti.  Horne ile Isle of Wight’teki saldırılar arasında bir bağlantı olduğuna dair herhangi bir kanıt bulunmasa da, mahkeme iki yerde kullanılan patlayıcı maddelerin aynı olduğu sebebiyle, o saldırıyı da Horne’nun yaptığına karar verdi.

Hakim Simon Darwall-Smith, Horne’u bir terörist olarak tanımladı ama aynı zamanda şunu belirtti: “İnsan hayatına kastetmediğini biliyorum.” 5 Aralık 1997’de 18 yıl hapis cezası verildi, bu ceza bir hayvan hakları aktivistine verilen en yüksek cezaydı.

Açlık Grevleri

OCAK 1997: 35 GÜN
6 Ocak 1997’de, kundaklama için tutuklu yargılanmak üzere hapise alınmasından 6 ay sonra, John Major’ın Muhafazakar hükümeti 5 yıl içerisinde hayvan deneylerine yaptığı desteği geri çekmezse yemek yemeği reddedeceğini söyledi.  İşçi Partisi, Mayıs ’97de yapılacak olan bir sonraki seçimleri yüksek ihtimalle kazanacağı için Horne 35 günlük açlık grevini sona erdirdi. Bunun sebebi İşçi Partisinin o zamanki hayvan refahı sözcüsünün yaptığı şu açıklamaydı: “İşçi Partisi hayvan deneylerini azaltacak, ardından sona erdirecektir.”

Bu açlık grevi hayvan hakları hareketinde bir canlanmaya yol açtı: Oxfordshire’daki bir çiftlikte deney için üretilen kediler tahliye edildi, bir hayvan üretim merkezine zarar verildi, başka bir üretim merkezinden beagle köpekler kurtarıldı, bölgedeki bir McDonalds’a ağır hasar verildi, başka bir çiftlikteki deney için yetiştirilen tavşanlar oradan kurtarıldı.

AĞUSTOS 1997: 46 GÜN
İkinci açlık grevi 11 Ağustos 1997’de başladı. Horne’un amacı, yeni İşçi Partisi hükümetine tüm hayvan deneyi lisanslarını belirtilen bir zaman içinde iptal ettirtmekti. Bu açlık grevi de hareket içerisinde bir canlanmanın önünü açtı. 12 Eylül 1997’de ,Londra, Southampton,  Ohio ve İsveç’te eylemler düzenlendi. Bu eylemlerde aktivistler üniversitelerin deney laboratuvarlarını kullanılmaz hale getirmeye çalıştı. O dönemin bir bakanı Horne’un arkadaşlarıyla görüşme talep ettiğinde, Horne 46 gündür devam eden açlık grevini sona erdirdi. Ilk defa hükümetten birisi hayvan özgürlüğü hareketiyle resmi bir görüşme talep ediyordu; Horne ve onun destekçileri tarafından bu önemli bir gelişme olarak kaydedildi.

EKİM 1998: 68 GÜN
Horne’nun en uzun açlık grevi 6 Ekim 1998’de başladı ve 68 gün sürdü. Bu grev hayvan deneylerini İngiliz politikasında tartışılan önemli bir konu haline getirdi, öte yandan Horne’nun kötüleşen sağlık durumu dünyada konuşulur hale gelmişti, bunda aktivistlerin eğer Horne ölürse bazı bilim insanlarının öldürüleceği yönünde tehditlerde bulunmasının da rolü vardı.

Bu sefer Horne’nun talepleri daha yoğun ve spesifikti. Hayvan deneyleri için lisans verilmesinin yasaklanmasını ve eski lisansların yenilenmemesini, medikal olmayan tüm hayvan deneylerinin durdurulmasını, 6 Ocak 2002’de tüm deneylerin sona erdirilmesini talep etti.

“Bu mücadele bizim için, kişisel isteklerimiz veya ihtiyaçlarımız için değildir. Bu mücadele, deney laboratuvarlarında acı çekmiş ve öldürülmüş, ve eğer bu cani endüstriyi durdurmazsak daha çok acı çekecek ve ölecek her hayvan içindir. Işkence edilerek öldürülmüşlerin ruhları adalet istiyor, yaşayanların haykırışları ise özgürlük için. Biz bu adaleti sağlayabiliriz ve bu özgürlüğü getirebiliriz. Hayvanların kimsesi yok, sadece biz varız. Onları yalnız bırakmayacağız.” Barry Horne

Keith Mann bu sefer Horne’nun açlık grevinde zorlandığını belirtiyor. Bunun sebebi büyük ihtimalle ilk iki grevin onda bıraktığı fiziki hasarlardı. Grevin 10. gününde hapishaneden hastaneye taşındı; hastanede “açlık grevi hücresi” ne konulmuştu, burada tuvalet ya da lavabo yoktu, sadece mukavvadan bir sandalye ve masa vardı. Destekçilerinin baskısıyla normal bir hücreye taşındı. 43. gününde onun için dualar okunmaya başlanmıştı, vücudundaki yağın yüzde 25’ini kaybetmişti.

İşçi Partisi hükümeti topluma açık bir şekilde Horne ve destekçileriyle görüşmeyi reddetti ama gizlice görüşmelerde bulundu. Meclis üyesi Tony Clarke Horne’nun arkadaşları ve içişileri bakanlığı arasında bir görüşme düzenlemek için Horne’u hapishanede ziyaret etti. Bu görüşme 19 Kasım’da, grevin 44. gününde gerçekleşti. Görüşmeden sonra Horne yaptığı açıklamada taleplerinde herhangi bir değişiklik olmadığını, açlık grevini sürdüreceğini belirtti. Sonradan hayvan deneyleri üzerine bir kamuoyu soruşturması açmak üzere bir komisyon oluşturulmasını isteyerek taleplerini sınırladı. Işçi partisi eğer seçilseydi bunu yapabileceğini ifade etti.

46. günde bir haftayı istifra ederek geçirdiği için dehidrasyon yaşaması sebebiyle hastaneye kaldırıldı.  52. günde acı çektiği, görme yetisinin azaldığı ve yakında komaya girme tehlikesinin bulunduğu rapor edildi. Mann’ın belirttiğine göre, destekçileri Horne’a devletle yapılan görüşmelerde kaydedilen kasetleri getiriyordu ama Horne dinleyebilecek kadar konsantre olamıyordu.  Mann, Horne’nun komayı erteleyerek kaydedilen görüşmeleri dinleyebilmek  için biraz portakal suyu ve çay içmeye karar verdiğini belirtti. Medya ise bu durumu “Horne’nun açlık grevi sahte” diyerek yorumladı.

Horne için yapılan eylemler


Horne’u destelemek için dünya çapında eylemler yapıldı. York ve Londra’da eylemciler hastane önünde ve Westminster’da meclis binası önünde mumlar, pankartlar ve Horne’nun fotoğrafları eşliğinde nöbet tuttu.

24 Kasım’da meclisin açılış gününde aktivistler kraliçenin resmi arabası meclis binasına doğru ilerlerken önünü kestiler ve Horne’nu destekleyen bir pankart açtılar. Finlandiya’da bir kürk çiftliğinden 400 tilki ve 200 rakun kurtarıldı. Dünyanın farklı yerlerinde Britanya büyükelçiliklerinin önünde eylemler yapıldı, laboratuvar baskınladı düzenlendi ve devlet binalarının önünde protestolar yapıldı.

Ölüm Tehditleri
Horne’nun ölmesi ihtimali arttığında ARM (Hayvan Hakları Milisleri) isim verdikleri 4 kişiyi ve ismi belirtilmeyen 6 bilim insanını eğer Horne ölürse öldüreceklerini belirttiler. Ismi verilen kişiler arasında hayvan deneyleri yapan profesörler ve hayvan deneyleri için hayvan üreten bir kişi bulunuyordu.

ARM’ın listesindeki kişiler hemen polis tarafından korumaya alındı.

Hapishaneye dönüş


63. günde Horne’nun bir kulağı duymuyor, bir gözü görmüyordu, karaciğeri iflas etmek üzereydi ve dayanılmaz ağrılar çekiyordu. 66. günün öğlen saatleri için Horne’nun destekçileri içişleri bakanlığı tarafından onlara gönderilen ve yapabileceklerini belirttikleri teklifleri içeren faksları göstermek üzere Horne ile bir buluşma ayarladılar.  Fakat 66. günün sabahında Horne ailesine ve arkadaşlarına haber verilmeden hastaneden çıkarılıp hapishanedeki hücresine geri konuldu. Içişleri bakanlığı, Horne tedaviyi reddettiği için hastanede tutulmasının bir anlamı olmadığını söyleyerek duruma açıkladı. Mann, Horne’nun halüsinasyon görmeye başladığını ve artık neden açlık grevinde olduğunu unutmaya başladığını belirtti.

Açlık Grevinin Sonu


Horne’nun neden açlık grevini sonlandırdığının iki farklı açıklaması var. Mann, Horne’nun hapishaneye geri götürüldükten iki gün sonra açıklamada bulunmadan grevi sonlandırdığını ve acil bir şekilde hasteneye gönderildiğini belirtti.  Basın, hükümet yetkililerinin Britanya’daki hayvan deneylerini tartışmak üzere bir toplantı düzenlediğini duyurdu. Horne bunu, devletin geri adım attığı şeklinde yorumladı ve 13 aralık 1998’de tekrar yemek yemeğe başladı. Arkadaşları hastaneden hücreye geri götürülüşünün ardından geçen 2 günde Horne ile hiçbir iletişimlerinin olmadığından Horne’a bir şey olduğundan şüphelendi. Mann şöyle bir açıklama yaptı: “Hücreye geri döndüğünde ona ne olduğunu bilmemizin imkanı yok ama ona yakın olan herkes biliyor ki bir şey oldu ve Horne bir daha eskisi gibi olmadı.”

Brintanya basınının açlık grevinin sonlandırılmasına verdiği tepki düşmancaydı. Medya Horne’nun portakal suyu ve çay içtiği döneme odaklanarak, grevin gerçek değil sahte olduğunu vurguladı.  Mann, Horne’nun durumunu sabit tutabilmek için portakal suyu ve çay yudumlamasını basının “68 gün boyunca ziyafet çekmesi”ne dönüştürdüğünü belirtti.

EKİM 2001: 15 GÜN
Horne eski sağlığına kavuşamadı. Mann Horne’nun hücresinde sayısız defa herhangi bir strateji olmadan ve ufak bir destekle sayısız greve başladığını belirtti. Öyle bir noktaya geldi ki yemek yiyip yemediğini sadece gardiyanlar biliyordu. Son açlık grevine 21 ekim 2001’de başladı ve 15 gün sonra karaciğer yetmezliğinden hayatını kaybetti. Tıbbi tedaviyi reddettiğini bildiren bir kağıt imzaladı ve psikiyatristler tarafından “aklı başında” olarak tanımlandı, bu sebeple hapishane yetkilileri Horne’a herhangi bir müdahalede bulunmadı.

Medyanın saldırıları ölümünden sonra da devam etti. Kevin Toolis The Guardian’da şöyle yazdı :

“Yaşarken hiçbir şeydi, başarısızlığa uğramış bir çöpçü bir kundakçıya dönüştü. Fakat ölümünden sonra Britanya’daki en başarılı terörist grubun, hayvan hakları hareketinin,  şehidi olarak yükselecek.”

Doğduğu yer olan Northampton’da bir meşe ağacının altına, Northampton futbol takımı tişörtüyle gömüldü.  Yedi yüz kişi pagan cenaze törenine katıldı ve tabutunu şu pankartla taşıdı: “İşçi Partisi yalan söyledi, Barry öldü.”

*Av sabotajı: av yapılan bölgelere giderek çeşitli tekniklerle avcıları yanıltarak ve hayvanları bölgeden uzaklaştırarak onları avlanmaktan kurtarmak.

**Unilever: Hayvan deneyi yapan bir firmadır.

*** ALF doğrudan eylemlerde hiçbir insanın ölmemesini hedeflediği için, Horne alışveriş merkezinin gece boş olduğunu düşünerek maddeleri gece patlatmayı planlıyordu.






Sanat ve Hayvan Direnişi: Sömürünün Olmadığı Bir Dünyadan Sahneler- Hartmurt Kiewert ile Röportaj

Kaynak: http://resistenzanimale.noblogs.org/post/2014/04/09/art-and-animal-resistance-scenes-from-a-world-without-exploitation-an-interview-with-hartmut-kiewert/
Çeviri: D. Ferahi
Hartmut Kiewert, anti-türcü Alman sanatçı. Eserlerinde hayvan sömürüsünü ve bu sömürünün sadece hatıra olacağı bir dünyanın özlemini resmediyor. Kiewert, eserleriyle birlikte pek çok hayvan özgürlüğü etkinliklerine katıldı, bunlardan bazıları: 3. Avrupa Eleştirel Hayvan Çalışmaları Konferansı (Karlsruhe, 2013), Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı (Lüksemburg, 2013) ve Eleştirel Hayvan Çalışmaları Konferansı (Prag, 2011).


Ona resimlerinin politik anlamları ve hayvan direnişi hakkında bazı sorular yönelttik.

Sizin resimleriniz sadece sanatsal değil aynı zamanda politik anlamlar da içeriyor. Hayvanlara yöneltilen şiddeti ve hayvan esaretini resmediyorsunuz ve aynı zamanda hayvanların kendilerini savunabilme yetisini ortaya koyuyorsunuz. Hayvanlar sizin eserlerinizde kaçıyorlar, ayaklanıyorlar, insanları (sembolik olarak?) devrime yönlendiriyorlar, aynı Fransız devriminin meşhur sembolik resminin sizin hazırladığınız versiyonunda olduğu gibi. Görünüşe göre hayvan direnişi fikriyle ilgileniyorsunuz. Bu fikir sizin çalışmalarınızda nasıl ifade ediliyor?

 Eserlerimi bilinçli bir şekilde politik bağlamlarla ve sosyal hareketlerle, özellikle de hayvan özgürlüğü ile ilişkilendiriyorum. Amacım, sanatın aracılığıyla, çelişkili olan ve şiddet içeren insan-hayvan ilişkilerini yansıtmak ve konuya farklı ulaşım noktaları yaratmak. Söylemler sadece metnin ya da dilin şeklini almaz, aynı zamanda imgelerin de şeklini alır. Resim sanatı hayvan-insan ilişkilerini yansıtma konusunda çok eski bir tarihe sahip; bu tarih eski mağara resimlerine kadar uzanıyor. Bence resim, bu ilişkileri tekrar gözden geçirmek için elverişli bir alan.

Son zamanlarda yaptığım resimlerimde bu ilişkiler üzerine ütopik perspektifler ortaya koymaya çalışıyorum. Hayvan sömürüsünün sona erdiği bir dünyanın ütopyaları. Pek çok eserde yaygın olan antropomorfizmden* kaçınmaya çalışıyorum. Genel anlamda sanat, hayvanları çalışma alanı ya da sadece metafor gibi kullanarak hayvanlar üzerindeki iktidar ilişkilerini yeniden üretiyor.

Ve, evet, bu sebeple, insan dışı hayvanları, aynı insanlar gibi, kendi alanlarını kendi kurallarına göre şekillendiren ve kendi hayatlarını üreten ve de yöneten aktörler olarak resmediyorum. Ayrıca insan dışı hayvanların gerçek hayattaki direnişine şaşırıyorum; bu direnişin anlattığı şey tam da şu: onlar birer birey, mal ya da eşya değil.

Benim yeniden yorumladığım Delacroix’nun çalışması** için “insanları devrime yönlendiren hayvanlar” gibi bir yorum yapmanız bana ilginç geldi. Açıkçası o çalışmayı hazırlarken aklımda böyle bir fikir yoktu. Basitçe, hayvanları özgürleştiren insanları resmetmeye çalıştım. Sizin yaptığınız yorum da çok iyi! Işte bu, imgelerin güçlü özelliklerinden biri: bazen çizenin aklına bile gelmeyen yeni anlamlar doğurabiliyor.

Çok ilgi çekici bulduğumuz bir diğer çalışmanız ise “Nest” isimli resminiz. Bu resimde arka planda çürüyen bir bina var, bu bina büyük bir et endüstrisi. Bu resmin fikri nasıl doğdu?

 Bu resmin fikri, sözde “çiftlik hayvanları”nın, -resimde bu hayvanlar domuz- onlara insanlar tarafından verilen ve onları sömürme amacıyla üretilmiş çevresini tamamen farklı bir çevreye dönüştürmekti. Bu değişim aracılığıyla sözde “çiftlik hayvanları” üzerine başka fikirler ortaya koymak ve hayvan özgürlüğü fikrini yaymak istedim.

Resimlerinizde insan sömürüsünün terk ettiği alanlar görüyoruz. Bu alanlar özgür hayvanlar tarafından geri kazanılmış, onlar tarafından iskan edilmiş. Bu görüntü sizce gerçek olabilir mi? Endüstriyel hayvancılıktan, hayvanların özgür olduğu bir dünyaya değişim nasıl gerçekleşebilir?

 Öncelikle evet, aynı diğer sömürü ve tahakküm ilişkilerinin ortadan kaldırılmasının mümkün ve istenilir olabileceği gibi, hayvan sömürüsünü ortadan kaldırmak da mümkün ve istenebilirdir. Elbette, iktidar olmadan dünya nasıl görünürdü ya da bunu gerçekleştirmenin doğru yolu nedir bilmiyorum.Ama gerçek kurtuluş hiyerarşik yapılar tarafından meydana getirilemez, ancak varolan kötü yapılara karşı kendi mücadelelerinin ütopik vizyonlarını kuran ve sürekli olarak tahakkümcü yapılara dönüşüp dönüşmedikleri üzerine kendisini sorgulayan halk hareketleri tarafından oluşturulacak karşı-yapılar sayesinde ortaya konabilir. Kolay bir yol değil, ama binlerce yıl boyunca tahakkümcü ve şiddet dolu sosyal kurum ve ideolojileri bir kenara koymak, eskimiş ve artık keyif almadığınız bir giysiyi çıkarmaya benzemez.

Hayvan sömürüsünü meşrulaştıran ideolojik mekanizmalar, insanlara yöneltilen sömürü ve ayrımcılığı meşrulaştıran mekanizmalara derinlemesine bağlı olduğundan, hayvan özgürlüğü ve insan özgürlüğü aynı madeni paranın iki farklı yüzüdür. Bu yüzden resimlerimden bazılarında sadece hayvanlar varken hiç bir şekilde  insanların kendilerini ortadan kaldırdığında (iptal ettiğinde) herşeyin yerli yerine oturacağı gibi bir görüşü de savunmuyorum. İnsan türünden hayvanlar kendiliğinden iyi ya da kötü değildir, ancak toplumlarını yapılandırma biçimleri iyi ya da kötü olabilir.

Kapitalizmin tek amacı kârı en yüksekte tutmaktır. İnsanların gerçek ihtiyaçlarını karşılamak hiçbir zaman kapitalizmin amacı değildir, bu yüzden yeterinden fazla kaynak ve gıda olmasına rağmen hala açlık yüzünden ölen insanlar var. Ayrıca mülkiyet yapılarından ötürü pek çok insan yaşamaları için gereken en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor. Bu sebeple, şüphesiz ki kapitalizm, çok kötü ve  korkunç bir ekonomik üretim organizasyon biçimidir. Toplumları organize etmenin, hem hayvan sömürüsünü hem de kapitalizmi, ırkçılığı, milliyetçiliği yok edecek daha farklı yollarını bulmalıyız. Iktidarın ve baskının tüm farklı çeşitleri birbirlerini devamlı kıldığı için, farklı sosyal hareketler birbirleriyle olan bağlantılarını bulmalı, birbirlerini desteklemeli ve birbirinden öğrenmeye çalışmalıdır; böylelikle gerçek değişimler ortaya koyabilecek gücü elde edebilirler ve tüm baskı yapılanmalarını yok edebilirler.

İnsanlı ve insandışı hayvanlı pek çok sahne betimlediniz ve bu sahneler acıyla dolu. Ama insanların ve insandışı hayvanların bir arada bulunduğu sahneler, hoş, huzurlu, rahatlatıcı sahneler. Bu değişim sizce mümkün mü? Sömürüden bir arada yaşamaya geçiş ne kadar zaman alabilir?

 Güzel soru. Daha önce belirttiğim gibi, insanlar ve insandışı hayvanlar arasında başka bir ilişki mümkün. Eğer insanlar, yeryüzünü kendilerini daha fazla besleyemeyen bir hurdaya dönüştürmek istemeyecekleri iyi bir hayatı elde etmek istiyorlarsa, bunu çevreden ve yeryüzünü paylaştıkları hayvanlardan uzakta bir yerde elde edemeyecekler. Sosyalleşmenin metalaştıran formundan -ki bu kapitalizmin bir getirisidir- kendimizi uzaklaştırmalıyız. Bu süreç içerisinde hayvanların birer meta olmadığını, aynı bizim gibi iyi bir yaşam istediklerini kabul etmeliyiz. Bir grup baskı altındayken hiçkimse özgür değildir.

Toplumları, insanların insan-hayvan, doğa-kültür arasında ideolojik ayrımlar yapmayacağı tahakkümsüz toplumlara doğru dönüştürme sürecinde, alt yapılar da insan dışı hayvanları kendi hayatlarının özneleri olarak görmeye ve onlara saygı duymaya doğru dönüşecektir.

Mesela büyük alanlar yeşillendirilerek hayvanlara yeni yaşam alanları olarak sunulabilir. Ya da merkezsizleştirilmiş, öz-örgütlü bir dünya düşündüğümde yerelleşmiş ekonomik üretim sebebiyle trafiğin çoğunluğunun yok olacağını düşünüyorum. Böylelikle trafiğin sebep olduğu tehlikeler azaldığında pek çok canlı daha özgürce hareket edebilecek.

Böyle bir çevrede “evcil hayvanlar” ve eskiden “çiftlik hayvanı” olan ve belki de hala bu şekilde var olan hayvanlar adım adım kendilerini insanlardan özgürleştirebilir. Hayvan sömürüsünden gelen ürünlere olan talebin azalmasıyla ve ardından tahakkümün olmadığı bir dünyaya kavuşmakla, “çiftlik hayvanları” bugün oldukları sayıda olmayacaklar (daha az olacaklar).  Bu süreçle birlikte kültür ve doğa arasındaki ayrım “evcil” ve “vahşi” hayvan ayrımının yok olacağı gibi ortadan kalkacaktır. Fakat bu sürecin ne kadar zaman alacağını söyleyemem. Teorik olarak bu noktaya gelmemizin birkaç jenerasyon alması gerekir ama sanırım bu iyimser bir tahmin oldu.

Genelde özne olarak domuzları seçiyorsunuz. Neden? Domuzları hayvan sömürüsünün en uygun sembolü olarak mı görüyorsunuz?

 Bir yandan, domuzlar çok sık bir şekilde türcü bir metafor olarak kullanılıyor, en azından Almanca’da bu böyle. Domuz metaforu genelde insanları onaylamamak için ya da kötü şeyleri betimlemek için kullanılıyor. Bu sebeple bir domuz resmi pek çok bağlamı öne çıkarıyor- ki bu insanlara ulaşmak için iyi bir yöntemdir. Öte yandan domuzlar insanlara çok benziyor -DNA’larımızın %98’i aynı. Ayrıca domuzlar aynı insanlar gibi akıllı, sosyal ve meraklı hayvanlar.  Bu sebeplerle, insanların benim resimlerimdeki domuzları kendilerine yakın hissedeceklerine ve onlarla olan ilişkileri üzerine düşüneceklerine inanıyorum -ki bu ilişki maalesef genelde tabakta kuruluyor.

* İnsan niteliklerinin başka bir varlığa atfedilmesi


** Fransız devriminin sembol resmi







Sirklerin Sorunu Nedir?

Kaynak: Gray Yourofsky http://www.adaptt.org/animalrights.html#
Çeviri: D. Ferahi

Sirkler hayvan köleliğinin ticari bir kurumudur. Hayvanların oynatıldığı sirklerin istismar olduğu tartışılmakta olan bir konudur. The Ringling Bros.’un kurucusu olan Henry North Ringling, “Sirk Kralları” adlı kitabında şöyle der: "Büyük kedilerin eğitildiğini görmek genelde iyi bir şey değildir. Eğitici işe başladığı zaman tüm hayvanlar zincirlenir ve onları dizginleyip itaat etmelerini sağlamak için boyunlarına ipler geçirilir. Gaddarlığın daha pek çok türü hayvanlar eğiticiye itaat etsin ve hareketleri öğrensinler diye uygulanır. Hayvan hareketleri yapar çünkü çok korkuyordur.”
Fil, aslan, ayı ve kaplan gibi vahşi hayvanlara bir şeyler öğretmek için tamamen iyimser zorlamalarda bulunmanın imkânı yoktur. Vahşi hayvanlara doğal olmayan hareketleri öğretmenin tek yolu şiddet göstermekten geçer. Eğitici, hakimiyet kurmak için dersleri onları dövmekle geçirir. Coplar, kancalar, demir sopalar, kırbaçlar kullanılır. Eğiticilerin kazma sapına benzer fil kancası ve aslan, ayı, kaplanlar için kırbaç taşımasının nedeni budur. 1998 senesinde Detroit’teki bir sirk protestosunda Gary Yourofsky yoldan geçenlere bu kancayı gösterdiği için polis silahını çıkartmış ve Gary’yi vurmakla tehdit etmiştir. Kancalar ve kırbaçlar silahtır!

Afrika ve Asya’nın vahşi yaşam bölgelerinde filler bir günde 35 ile 75 kilometre arası mesafe yürür ve doğal davranışlarının bir parçası olarak çamur ve toz banyosu yaparlar. Fakat sirkteki fillerin ön ve arka bacakları, saçma sapan hareketler yaptırıldığı gösteri esnası dışında her zaman zincirlidir. O kadar kilometre yürümek bir yana, tek bir adım bile atamazlar. Bazı sirklerde filler elektrikli çitlerin arkasında tutulur, bu bölgeler ufak filler için bile uygun değildir, yetişkin filler bir yana.

Durum aslanlar, ayılar ve kaplanlar için daha iyi değildir. Sürekli esaretin sonucu mutsuzluktur. Sirkler onları mahkûmlarmış gibi kafese kapatırlar. Sirkteki pek çok hayvan nevrotik davranışlar geliştirir. Filler sağa sola sallanır. Aslan, kaplan ve ayılar öne arkaya amaçsızca yürür, bazen kendilerine zarar verirler.
Hayvanların nakil süreci de rezalettir. Yıl boyunca şehirden şehre ufacık yerlerde yolculuk ederler. Kamyon ve arabalarda elektrik yoktur bu yüzden içleri karanlıktır ve havalandırma da olmadığından içerisi ya çok sıcak ya çok soğuktur. Dahası, eğer zincirlenmek, kafeslenmek, boyunduruk altında tutulmak, köleleştirilmek ve aşağılanmak yeteri kadar korkunç değilse, daha büyük sirkler bahar ve yaz aylarında bile hayvanlara güneş ışığını yasaklıyorlar. Bu sirkler 3 ile 21 gün arasında gösteri yapıyorlar ve bu sürede hayvanları depolarda tutuyorlar.

The Carson & Barnes sirk gösterilerinde yapılan gizli bir araştırma en rahatsız edici ‘eğitim’ görüntüsünü ortaya çıkardı. Ses kaydı ve video, sirk çalışanı Tim Frisco’nun gelecek nesil fil eğiticilerine filleri nasıl boyunduruk altında tutacaklarını ve onları itaat ettireceklerini öğretiyor. Frisco şunları söylerken kayda açık bir biçimde yakalanıyor: "Bağırmasını sağlayın. Dokunmayın. Canını acıtın. Onu incitmekten çekiniyorsanız, depoya (hayvanların tutulduğu yere) gelmeyin. Eğer kafasını kopar, o lanet olasını bacağını kopar diyorsam, bunu yapmanız gereklidir. Eğer saçma sapan kıvranmaya başlarsa (o esnada kancayı beysbol sopası gibi sallıyor) iki lanet olası elini hemen zincirleyin. Eğer çok çırpınırsa kancayı tüm gücünüzle saplayın. Eğer çığlık atıyorsa, anla ki artık sana itaat etmeye başlıyor. Her ne bok istersen artık yapacaktır, bok gibi hem de. Ben patronum. O lanet kıçını teklemeyeceğim." Frisco ve iki erkek kardeşi ticareti babaları Joe Frisco’dan öğrendi, ki o da bütün hayatını sirklerdeki filleri döverek geçirdi.
Hayvanların olmadığı sirkleri savunmalıyız sadece, Cirque Du Soleil ve Cirque Ingenieux gibi!

Sirkler: Modern Köle Sistemi
Dick Gregory

Saygıdeğer Martin Luther King ile beraber sivil hakları eylemcisi olarak çalıştığım dönem, adaleti barışçıl yollardan arıyorduk. Washington yürüyüşü ve Selma’dan Montgomery’ye olan yürüyüş de dahil olmak üzere, 60’ların başlarındaki pek çok küçük çaplı ve tüm büyük çaplı gösterilere katılıyordum. Dr. King’in liderliği altında, kendimi tamamen şiddetten uzak durmaya adamıştım ve şiddetsizliğin öldürmenin tüm formlarının zıttı olduğuna ikna olmuştum.

Beşinci emir olan “Öldürmeyeceksin”in sadece -savaş, linç girişimi, suikast, cinayet gibi- insanların birbirleriyle olan münsasebetlerini değil aynı zamanda hayvanların yiyecek ve spor için öldürülmesini de kastettiğini hissetmiştim.

Her birimizin diğer canlılara karşı olan istismarın bertaraf edilmesinde alabileceği basit önlemleri var. Birisi, hayvan kullanan sirklere gitmeyi reddetmek. Sirklerde esir tutulan hayvanlara baktıkça, köleliği düşünürüm. Sirkteki hayvanlar, uzun süredir mücadele ettiğimiz hakimiyet ve baskıyı temsil ediyorlar. Aynı zincir ve kelepçeleri takıyorlar. Sirk çalışanları nederse desin, ceza ya da şiddetle tehdit etmeden kullanmadan bir fili dans etmeye ikna etmenin ya da bir kaplanı çemberlerden atlamaya ikna etmenin başka bir yolu yok. Büyük-kedi eğitmenleri hep kamçı taşır; fil eğiticileri dürtmek ya da hassas bölgelere vurmak için sivri, kancalı bir metal taşırlar. Sahne ardında, eğitmenler dediklerini anlatabilmek için elektrikli sopa ya da ağır değnekler kullanırlar.

Sirk hayvanları düzenli olarak besleniyor olabilir. Hatta kendilerine bakmaları için bir veterinere bile sahip olabilirler. Ama tüm bunlar onlar içi hayatı kolaylaştırmaz. Kafesleniyor, kelepçeleniyor ve patron öyle istediği için çalışmaya zorlanıyorlar. Kafesten sirk sahnesine, sir sahnesinden kafeslerine giderek, özgürlüğün tadını bile alamıyorlar. Şov dönemlerinde binlerce kilometre seyahat etmek zorundalar –ki bu yük vagonlarında ya da römorklarda kımıldayacak boşluk bile olmadan uzun saatler geçirmek demek, koşmak şöyle dursun.

Ringling Bros. ve Barnum & Bailey dünyada en ünlü ve en çok kâr yapan iki şirket. Durum böyle olsa da, yüzden daha fazla kez Hayvan Refahı Kanunu (sahne gösterilerindeki hayvanları korumak için var olan tek federal kanun) bozduğu gerekçesiyle mahkemeye çıkarıldılar.

Hatta daha bu yıl, iki Ringling hayvanı yolda öldü. Birisi, hasta olmasına rağmen bir günde iki kez gösteri yaptırılan ve üçüncü kez olarak da sadece izleyici karşısında durması için gösteriye çıkarılan yavru fil Kenny idi. Üçüncü gösteriden sonra, yere uzandı ve can verdi. Kenny sadece 3 yaşındaydı ve ormanda 15 yıl annesiyle beraber kalmalıydı.
Diğer can veren ise Ringling firmasının tanıtım fotoğraf çekiminde kullandığı kaplan idi. Kaplan bir eğitmene saldırdığında, diğer eğitmen hayvanı kafesine götürdü, bir silah kaptı ve öldürünceye kadar ateş etti büyük-kediye.

İki ölüm de engellenebilirdi. Ama sadece görevlilerin durumu daha iyi idare etmeleriyle değil, hayvanların ilk andan itibaren oraya hapsedilmemesiyle. Alice Walker’ın da yazdığı gibi, “Dünyadaki hayvanlar kendi sebepleri için varlar. Siyahi insanların beyazlar için var olmadığı veya kadınların erkekler için var olmadığı gibi, onlar da insanlar için yaratılmadı.”


Hayvanlar ve insanlar aynı şekilde acı çeker ve ölür. Şiddet aynı acıya, kanın aynı şekilde dökülmesine, aynı iğrenç ölüm kokusuna, aynı şekilde kibirli, acımasız ve vahşi şekilde canın alınmasına sebep olur. Bunun bir parçası olmamalıyız.









Hayvanat Bahçelerinin Sıkıntısı Ne?

Yazan: Gary Yourofsky
Çeviri: D.Ferahi
Kaynak: http://www.adaptt.org/animalrights.html#

1. Hayvanat bahçeleri hayvan hapishaneleridir! Artık örtbas etmece yok!

2. İnsanlar “Ama hayvanat bahçeleri nesli tükenmekte olan hayvanları koruyor” dedikleri zaman, gerçek şudur: “hayvanat bahçelerindeki hayvanların yüzde 99’u nesli tükenmekte olan hayvan DEĞİLDİR.” Eğer bu yerler yalnızca nesli tükenmekte olan hayvanları koruyor olsaydı kimse buna laf etmezdi. Ama bu mekânlar bir iş yeridir. Aslında, hayvanat bahçeleri her yerde 1 numaralı turist çekim merkezidir.

3. Hayvanların kafeslerde olduğu alanları ne kadar “doğal” yaparlarsa yapsınlar, bir kere hayvanat bahçeleri bir bölgeyi YENİDEN YAPAR, yani artık yapaydır ve doğal değildir. Hiçbir mimari yapı, yaşlı ormanların, eğilen dalların, bitki ve hayvan çeşitlerinin DOĞAL ortamını yeniden canlandıramaz.

4. İnsanlar “Ama hayvanat bahçeleri çocuklar için eğitici, orada çok şey öğreniyorlar” dediklerinde gerçek şudur: “çocukların hayvanat bahçelerinde öğrendikleri tek şey zürafaların boyunlarının uzun olduğu, zebraların siyah ve beyaz olduğu ve maymunların pembe popoları olduğudur!” Hayvanlara egemen olmanın ve onları köleleştirmenin ve de onları eğlence, dalga geçme için sergiye sunmanın doğru bir şey olduğunun gaddar öğretisi dışında ortada bir eğitim yoktur. Jane Goodall ve Dian Fossey gibi, hayvanları kendi doğal ortamlarında inceleyen ve onların doğal davranışlarını öğrenen insanların çalışmalarını okumak çok daha yararlı olacaktır, ya da National Geograpihc’teki belgeseller aracılığıyla da hayvanlar hakkında bir şeyler öğrenilebilir. Fakat hapisliğin stresi ve esaretin bezginliği yüzünden DOĞAL OLMAYAN davranışlar sergileyen DOĞAL OLMAYAN ortamda yaşayan, hayvanlara bakarak kimse bir şey öğrenemez.

5.Hayvanat bahçeleri hayvanlar için değil, İNSANLAR için yapılmıştır. Detroit Hayvanat Bahçesi’ndeki piknik alanlarını, serinletici yerleri ve tramvay/trenleri düşünün. Bu esnada hayvanlar ise kapandıkları daracık yerlerde delirmektedirler.

6.Eğer hayvanat bahçeleri gerçekten hayvanlara değer veriyorsa, öyleyse neden dinlenme alanlarında ÖLÜ hayvan servis ediyorlar? Eğer hayvanlara kibar ve saygılı davranmayı öğretmeye çalışıyorlarsa, en azından insanların orada et yemediğini gösterebilirler. Öyle olsaydı hayvanat bahçeleri vegan yemekler için ideal bir yer olurdu.

7. İnsanlar “ama hayvanlar vahşi doğada avlanıyor ve esaret altında olduklarında daha uzun yaşıyorlar” dediklerinde, gerçek şudur: “uzun yaşamak asla daha mutlu yaşamak anlamına gelmez.” Ve avlanmaya izin vermezsek, avlanma problemi de çözülebilir, mesela avlanmayı yasadışı hale getirebilir böylece onların alanını koruyabilir ve bu dünyayı dört ayaklı dostlarımızla paylaşabiliriz. Avcılığa çözüm bulmak için hayvanları kendi alanlarından çekip çıkarmak yerine, avcıları onların alanlarından çıkarmak gerek. Bu aynı zamanda insanlara vegan yaşam tarzını öğreterek de olur. İnsanlar vegan olsaydı, fildişi, fok balığı penisi (afrodizyaklar) ve balina yağına da ihtiyaç olmayacaktı. Konu her zaman vegan olmaya geliyor. Ve eğer toprak tahrip ediliyorsa, çözüm tahribatı durdurmaktır, hayvanları özgür alanlarından koparıp esaret altına almak değildir.

8. Öyleyse hayvanat bahçeleri barınaklara dönüştürülmeli denir. Ve bu hiç ziyaretçi giremez anlamına gelir. Piknik alanları, uzun yürüyüş yerleri, dinlenme mekânları da olmayacak. Haydi, hayvanlara yaşadıkları yerdeki her santimi verelim ve sonra Tanzanya’nın ormanlarını ve Asya’nın boş arazilerini izleyebilecekleri sanal gerçeklik oditoryumları inşa edelim.

9. Neredeyse tüm hayvanat bahçeleri “artık” hayvanlarını av çiftliklerine, araştırma laboratuvarlarına ve sirklere satarlar. Ve hayvanat bahçelerinin pek çoğu, hayvanlara saçma sapan hareketler yaptırıldığı ufak arenalarda sirk gösterileri yapar. “Artık" hayvanlar, kimsenin daha fazla bakmak istemediği yaşlı hayvanlardır. Hayvanat bahçelerinde yavrulama programlarının olmasının nedeni, yavru hayvanların daha fazla ilgi çekiyor olmasıdır. Hiç kimse yaşlı filler ya da zebralar görmek istemez ama HERKES yavru filler ya da yavru zebralar görmek ister. Detroit Hayvanat Bahçesinde bu çeşit uygulamalar ve hayvan satımları yasaklanmıştır. Ron Kagan şüphesiz ki bu dünyadaki en ileri görüşlü hayvanat bahçesi idarecisidir. Hatta 2004 senesinin Mayıs ayında Kagan, hayvanat bahçesindeki filleri özgür bırakmayı bile kabul etti.

10. Özgürlük olmadan var olmanın hiçbir anlamı yoktur! Hayvanat bahçeleri hayvanlardan özgürlüklerini alır ve onları yaşayan iskeletler haline getirir. Onur kaybolmuştur. Çabalama isteği yok olmuştur. Mutluluk duygusu solmuştur. Kilometrelerce boyu yürüme isteği gasp edilmiştir. Hayvanlar için doğal olan her şey, bir amaç, yalnızca bir amaç uğruna çalışan hayvan-hapis-sistemi tarafından DOĞAL OLMAYANA dönüştürülmüştür; para.


11.İnsanlar, sanki esareti haklı çıkarıyor gibi hayvanat bahçelerindeki sağlık hizmetlerinden söz etmeyi severler. Mahkûmlar sağlık hizmeti alırlar ama bu sebepten insanlar gidip cezaevlerinde yaşamak istemezler! Guantanamo’daki mahkumlar sağlık hizmeti alıyorlar ama insanların Noel için Küba’ya tatile gittiklerini görmedim. Sergiye koyacak bir “ürün” olmazsa, kimse kar elde edemez. Bu yüzden hayvanlar beslenir ve sulanır ve de sağlık hizmeti görürler. Ama yine de özgürlükleri ve yaşayacakları ormanları yoktur.