1 Kasım 2016 Salı

Hayvan Bakış Açısı Kuramı

“De te Fabula Narratur” “Anlatılan senin hikâyendir.”

Neden sadece senin?

Bu yazıda Steve Best’in “Hayvan Bakış Açısı” olarak adlandırdığı kuramından bahsedeceğim. Öncelikle Steve Best kimdir, bu soruya yanıt verelim.



Steve Best, 1955 doğumlu ABD’li hayvan hakları aktivisti, vegan, yazar ve Teksas Üniversitesi’nde felsefe bölümünde doçent. Hayvan hakları, türlerin yok oluşu, kapitalist egemenlik ve ekoloji üzerine çalışmaları mevcut. İnsanları, hayvanları ve doğayı kapsayan, insanların diğer türler üzerindeki tahakkümünü ve aynı tür (insan türü) içindeki hiyerarşiyi ve sömürüyü nihayete erdirmeyi gaye edinen “topyekün özgürlük” (total liberation) şiarının destekçisi. Daha detaylı bilgi için kendi resmi sitesine başvurulabilir. *

Hayvan Bakış Açısı Kuramı, Türkçe’ye çevrilmiş olarak 6 bölüm halinde “hayvanozgurlugucevirileri.com” sitesinde yayınlandı. Hayvan özgürlüğü, ekoloji, tarih, felsefe vb alanlar ile ilgilenen herkesin bu kuramı incelemesi gerektiğine inanıyorum. Bu kurama giriş niteliğinde olması amacıyla Steve Best’in anlattıklarını özetleyeceğim.

Steve Best öncelikle kuramının Friedrich Nietzsche’nin perspektifçi felsefesini temele aldığından bahsediyor. Algı ve biliş perspektife dayanır; tek bir perspektiften baktığımızda dünyayı ve tarihi eksik yorumlayabiliriz, bu yüzden ne kadar fazla perspektife sahip olursak gerçek yoruma o kadar yaklaşabiliriz. İnsan tarihi bugüne kadar dini, hümanist, feminist, Marksist ve çevreci perspektiflerle yorumlandı. Birinin merkeze aldığını, bir diğeri merkezden alıp başka yere konumlandırdı. Mesela, dini tarih yazını Tanrı’yı merkeze alıp insanları küçümserken; hümanist yazın insanları merkeze aldı; hayvanları ve doğayı birer meta, insanların arka planında kalan birer nesne, hiyerarşik düzende insanın altında olarak betimledi. Bir başka örnek olarak Marx o dönemin yöneten sınıfı merkeze alan hikâyesini, ezilen sınıfın hikâyesine çevirdi.

Steve Best bir bakış açısından daha bahsediyor; bu da “çevreci determinizm.” Tarihi şekillendiren tek öznenin insanın kendisi olduğu fikrine radikal bir biçimde karşı çıkan çevreci determinizm, coğrafya, fiziksel bölgeler, iklim ve diğer doğal güçlerin insan tarihinde ciddi bir yol oynadığını söylüyor.
Peki Steve Best bu perspektiflerin neden eksik olduğunu düşünüyor; tüm bunlara eklenmesi gereken nedir?

Steve Best insan tarihinin, fiziksel çevreyle ortak evrim ilişkilerinden, hayvanların ve doğanın insan toplumundaki güçlü belirleyici etkilerinden ayrı olarak kavranamayacağını düşünüyor. “Antropoloji, sosyoloji, literatür çalışmaları ya da felsefe olsun insani bilimlerin hepsi, hayvanları biyoloji ve genetik tarafından belirlenen, öznellikten yoksun, bir kültürleri bulunmayan pasif nesneler olarak görüyor. Bu bilimler hayvanları bir kaynak, bir meta ve insan düşüncesi ve eylemi için bir “hammadde”, meselâ bir totem, bir imtiyaz nesnesi, bir kurban veya bir yiyecek olarak görüyor. Bu bilimler yalnızca insanların bilinçli, kendine hâkim, amaç taşıyan özneler olduğunu varsaydı, bu arada hayvanlar insan eyleminin bir arka planı haline indirgendi. Hayvanlar insan deneyiminin temsillerinden sistemli olarak silindiler, bilinçli olarak görmezden gelindiler.” **

Öznellikten, duygulardan, kültürden yoksun olarak görülen ve hümanist perspektifle “meta olarak” tanımlanan hayvanlar, yerleşmiş algının tersine en az insanlar kadar acıyı, neşeyi, hüznü, yası, korkuyu hissedebiliyor ve yine algıyı ters yüz edecek biçimde baskıya karşı direniyor. Aristo’nun yalnızca insanların politik hayvanlar olduğunu ileri sürmesine ve Kropotkin’in baskıya karşı direnişin, insanları diğer hayvanlardan ayıran, tamamen insana özgü bir nitelik olduğunu söylemesine rağmen, Foucaoult’nun iktidar olan her yerde direnişin olacağı sözünün hayvanlar için de geçerli olacağını söylüyor Steve Best. Medya, mezbahadan kaçan dana, sirkte terbiyecisini yaralayan kaplan, arenada matadoru öldüren boğa haberleriyle dolu. İtaatsizlik yapmanın cezalandırma, aç bırakılma, dayak yeme hatta öldürülme ile sonuçlanacağını biliyorlar, daha önceki seferlerde de deneyimlediler, ama hayvanlar baskıcılarına karşı direnmekten geri adım atmıyorlar.



Hayvanlar insan tarihinin olmazsa olmaz bir dinamiği. Toplumsal yaşamı organize etmek için hayvanlar birer model olarak görüldüler. Her zaman için kaynak, giysi, yiyecek olarak kullanıldılar. Evcilleştirilerek toplum içine karıştılar, insanlar için görevlerini, avcı, koruyucu olarak sürdürdüler. Büyük ölçekli avlanmalar, evcilleştirme, at ve büyük baş hayvanların savaşlardaki ve tarımdaki yadsınamaz rolü olmasaydı, insan toplumunun bugüne kadar gelen evrimi imkansız olacaktı.

Steve Best insan tarihindeki en büyük sıçramadan, avcı-toplayıcıklıktan tarım toplumuna geçişte hayvanların büyük rolünden bahsediyor. Toprağa ekip biçerek göçebe hayatı sonlandıran insanlar çevrelerindeki hayvanları da evcilleştirmeye ve onlardan sistematik olarak faydalanmaya başladı. Fakat evcilleştirme dediğimiz şey hayvanların rızası alınarak yapılan bir şey değildi. Evcilleştirme için; esaret, hadım etme, üremeye zorlama, zincirleme, dağlama, sömürme, öldürme gerekliydi. Tüm bu zorbalığın sonucu olarak insanlar hiyerarşi kurma, zulüm etme, baskı uygulama, köleleştirme konularında da ilk pratiklerini yaşamış oldular ve bu pratikleri kendi türdeşlerine de yöneltmeye başladılar. “Aslında kölelik hayvanları evcilleştirme pratiklerinin bir uzantısı olarak gelişti. Sümer gibi bölgelerde kölelere hayvan sürüleri gibi davranıldı, erkekler hadım edildi, kadınlarla beraber çalışmaya zorlandı. Modern uluslararası köle ticaretinde kullanılan kırbaç, zincir, dağlama demiri, elektrikli değnek gibi gaddarlık içeren kontrol ve esaret teknolojileri öncelikle hayvanlar üzerinde mükemmelleştirildi.”***



Tarım ile büyük ölçekli gıda üretme, böylelikle ticaret, yayılma ve savaş olanaklarını insanlara sağlayan; sabanla toprak süren büyükbaş hayvanlardı. Atlar, savaş arenalarında insanları farklı coğrafyalara taşırken Avrupa’nın, savaş meydanında, küresel bir sömürgeci ve kapitalizm gücü olarak hâkimiyetini kurmasına yardımcı oldu. Bir diğer değişle, hayvanlar insan uygarlığının gerçekleşmesini sağladı.

Hayvanların insan uygarlığının gelişimindeki rolünü ve hayvan sömürüsünün insanların baskıcı-hegemonyacı bir kültürü benimsemesindeki yansımalarını detaylandıran Steve Best, sömürüye karşı “doğrudan eylem” taktiği üzerine anlatımına devam ediyor. Doğrudan eylem; hayvanların öldürüldüğü ve işkence gördüğü yerlere (deney laboratuarları, mezbahalar, kürk çiftlikleri vb) baskınlar düzenleyerek hayvanları doğrudan kurtarmak, özgürleştirmek; bu işkence merkezlerini işleten kurumları maddi zararlara uğratıp onların kapanmalarını sağlamak olarak özetlenebilir. Doğrudan eylemi benimseyen hayvan özgürlüğü aktivistlerinin şiddetsizlik kuralı vardır. Bu eylemler gerçekleştirilirken hiçbir hayvan ya da insan zarar görmeyecektir. Bu tip eylemlerde zarar gören bir canlı kayda geçirilmemiştir.

Bu tip eylemler pek çok devlet, kurum ve birey tarafından “şiddet-terör” eylemi olarak nitelendiriliyor. Çünkü bu kurumların, hayvanlara işkence etme ve onu öldürme adına yasal izinleri var. Aktivistler ise bu türcü yasaya karşı gelip hayvanları kurtarmayı, bu kurumları sonsuza dek işleyemez hale getirmeyi amaçlıyorlar. Ama türcü algı engeline takılıyorlar. Ünlü vegan aktivist Gary Yourofsky’nin de dediği gibi: “Hayvanlara eşit şekilde önem verilmeye başlandığı zaman, onları özgürlüğüne kavuşturmak için ve yaşadıkları işkenceleri durdurmak için yapılan her şey meşru olacak. Toplum, hayvanlar için yapılan özgürleştirmelere, kundaklamaya ve şiddete karşı geliyor çünkü hayvanların böyle bir cömertliğe (emeğe), değmeyeceğini düşünüyorlar. Hep söylerim, 1997 yılında çocukları bir porno şebekesinin elinden kurtarsaydım, Detroit sokaklarında binlerce kişi beni omuzlarında taşıyarak tebrik ederdi. Ama bir kürk çiftliğinden 1,542 vizonu özgürleştirmenin sonucunda 77 günü hapishanede geçirdim ve bana terörist dendi.”****

Steve Best bu tür eylemleri desteklemekle birlikte sadece kurtarma eylemlerinin yeterli olmayacağını, bütün küresel sistemle yüzleşmek, ona karşı çıkmak ve onu dönüştürmek zorunda olduğumuzu belirtiyor. “Bu kültürün ve gezegenin en çok ihtiyacı olan şey sistemli ve antikapitalist bir politikadır, insanları total özgürlük ve birliktelik politikası etrafında eğitmek ve organize etmektir.”

Kuramının “tarihin bilmecesi”ni çözmeye olacak katkısını ise şöyle özetliyor Best: “Hayvan bakış açısı, hayvan özgürlüğünün devrimci potansiyelini keşfedip uluslaraşırı kapitalizmi ve her türden baskıya karşı mücadeleleri kapsayan bir total devrim politikasını savunuyor. Nihai hedef; özgürlüğü, yaratıcı etkinlikleri, çeşitliliği ve özerkliği bir kenara atan bütün baskıcı ve  işlevsiz kalmış hiyerarşik sistemlerinin ortadan kaldırılması.”

** Steve Best, aynı başlıklı makaleden
*** Steve Best, aynı başlıklı makaleden
*** Gary Yourofsky “Eğitim, Empati, Şiddet: Hepsinin Zamanı”

Kuramı açıklayan yazı dizisine şu siteden erişim sağlanabilir : https://goo.gl/Eumt0S


D. Ferahi

4 Mayıs 2016 Çarşamba

0-2 Aylık Annesiz Yavru Kedi Bakımı


Önemli Not: Ben veteriner hekim değilim. Burada yazdıklarımı yalnızca deneyimlerimden yola çıkarak yazıyorum. Bu sebeple burada yazan her şeyi sadece birer öneri gibi düşünmelisiniz ve yavru kedinin bakımı ve ihtiyaçları konusunda veteriner hekimlere danışmayı ihmal etmemelisiniz.

0-2 Aylık yavru kedilere nasıl bakılması gerektiğine dair bir yazı yazmaya beni iten şey, mevsimsel olarak buna fazlaca ihtiyaç duyulan bir dönemde olmamız ve bu çağdaki annesiz yavruların meşakkatli ve incelikli bir bakım olmadan hayatta kalma şanslarının düşük olmasıdır.

Öncelikle neden böyle yavrulara denk geliyoruz, bundan bahsedelim. Bir yavrunun annesiz kalması için pek çok sebep var. Bu sebepleri özetleyecek olursak:

1-Anne kedi ölmüş olabilir.
2-Anne yavrularını taşırken bir yavrusunu düşürmüş, yavru anneden uzaklaşmış olabilir.
3-Anne stres altındaysa yavrularına bakamayacağını düşünüp onları terk etmiş olabilir.
4-İnsanlar yavru ve anneleri birbirinden ayırmış olabilir. (Ağaca, kuşa, hayvana tahammülü olmayan insanlar çevrelerinde hayvan istemedikleri zaman ölmeleri için yavruları annelerinden ayırabiliyorlar.)
5-Anne ihtiyaçlarını karşılamak için yuvadan uzaklaşmış olabilir, yavrular da yürüyebiliyorsa yuvadan çıkmış olabilir.
6-Yavrular hastaysa anne bilinçli olarak terk etmiş olabilir.
Bunlar gözlemlediğim ve ihtimal verdiğim sebepler.

Yavru kediye denk geldim, ne yapmalıyım?

Dışarıda kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılayamayacak kadar ufak bir yavru bulduysanız ilk yapmanız gerekenin anne kediyi bulmak olduğunu düşünüyorum. (Yukarıda belirttiğim sebepleri de göz önünde bulundurursak.) Bunun için çevrede yaşayan insanlara danışabilirsiniz. “Buralarda anne kedi var mı, varsa nerede olabilir?” İnsanlardan destek alamıyorsanız yavrunun ses çıkarmasını sağlayın. Anne kediler yavrularının seslerine duyarlı oluyorlar ve yavrularının yerlerini o ses aracılığıyla tayin ediyorlar. Yavru kendiliğinden ağlıyorsa susturmaya çalışmayın, ağlasın ki annesi onu işitebilsin. Ağlamıyorsa güvenli bir şekilde yere bırakın ve dokunmayın; yavru kendini öyle bir durumda güvensiz hissedeceği için ses çıkaracaktır.

Anne kedi sesi duyup koşup geldiyse uzaklaşın ki sizden korkup yavrusuna yaklaşmamazlık etmesin. Siz uzaklaşınca anne kedi yavruyu alıp yuvasına götürecektir.

Anneyi bulamıyorsak yavruyu yanımıza alıyoruz. J

(Yanımıza aldıktan bir süre sonra da yavru kediyi bulduğumuz çevreye gidip anne kedinin gelip gelmediğini kontrol edebiliriz.)

(Bir başka seçenek de sosyal medya aracılığıyla bir başka anne kedi bulmak ve yavruyu kabul ederse o anneye vermektir. “Süt anne aranıyor” ilanları bu yüzden önemlidir. Süt anne bulunduğu takdirde yavru anne sütünden ve sıcaklığından mahrum kalmayacaktır.)

Yavru kedilerin gözlerinin açılma süresi yaklaşık 0-3 hafta arasındadır.

Gözleri yeni açılmışsa soğuttuğumuz çayı pamukla gözlerine günde birkaç kez sürelim. (İçinde çay tanesi olmamalı.) Mikrop kapmasını önleyecektir. Enfeksiyon var ise veteriner hekime danışarak bir pomad ya da göz damlası sıkmak daha gerekli olacaktır.

Göbek bağı varsa batikon sürelim. Kuruyup kendiliğinden düşecektir.

Yavru kaç saattir anneden ayrı bilemiyoruz. O yüzden acilen beslenmesi gerek. 0-2 aylık kediler 2-3 saatte bir beslenmelidir. Durum acil olduğundan, veterinere gidip biberon ve toz bebek maması alamadıysak bir eczaneden şırınga alalım. İnek sütü* insanlara zararlı olduğu gibi diğer hayvan türlerine de zararlıdır. (İnek sütü sadece kendi türünün biyolojik özelliklerine uygundur çünkü, aynı durum tüm memeli hayvanlar için geçerlidir.) Durumun aciliyeti düşünüldüğünde inek sütünü sulandırıp (yüzde 50 su, yüzde 50 süt) ılındıralım. Asla soğuk süt vermeyelim, her zaman ılık olsun. Beslemek için yavruyu avcumuza alalım ve 45 derecelik bir açıyla tutalım.Şırıngayı yavaştan ağzının kenara koyunca bebek süt tadı alacak ve içmek isteyecektir. Şırıngayı çok yavaş itelim. Bebek doyduysa içmek istemiyorsa zorlamayalım, yoksa ağzından süt taşar ve burnuna kaçar bu da tehlikelidir.




                                                           Miroş da annesiz bir bebekti.


                                                                   
                                                               Miroş büyüdü :)

Bu evrede yavrular tuvalet ihtiyaçlarını kendisi karşılayamaz. Annesi yavruların popolarını yalayarak uyarır ve tuvaletini öyle yaptırır. Elimize bir pamuk parçası alalım ve önce idrar için sonra kaka için gerekli yerleri yavaşça uyaralım (pamuğu sürerek). Tuvalet ihtiyaçlarını da mutlaka 2-3 saatte bir giderelim.

Isı çok önemli. Asla cereyanlı, serin, rutubetli yerlere koymayalım yavruyu. Sıcak su torbası bu konuda işimize çok yarar. Ama sıcak su torbasını da bir bezle ya da havluyla saralım ki bebeği yakmasın. Bir kutuya ya da kedi boxına kazak koyalım mesela, kazağın altına da sıcak su torbasını. Yemek ve tuvalet ihtiyacını giderdikten sonra bu sıcak ortama yerleştirelim, yavrumuz mışıl mışıl uyusun.

En önemli noktalardan bahsettik: Sıcaklık, tuvalet, 2-3 saatte bir besleme. (evet geceleri de nöbet tutmalıyız.) Bu işin acil kısmıydı. Acil ihtiyaçlarını giderdikten sonra bir veteriner muayenesinden geçmesi önemli. Şırınga yerine biberonla beslemek hem sizin işinizi kolaylaştırır hem de yavrunun. Ve inek sütü yerine toz bebek mamalarını tercih edelim. Bu mamaları soğuk değil ılık verdiğimize, ve mamanın bozulmadığına dikkat edelim. Mesela daha evvelden ısıttığımız ama arta kalan mamayı buzdolabına koymayalım.



                                            Karamuk ve kardeşi, bulduğumda 2 günlüklerdi.


            Karamuk aşırı zor ve yavaş büyüdü. Veterinerlere göre "umutsuz" bir durumdu.


                                                   Abisi ise hızlıca büyüdü, serpildi :)


Yavru 1-1.5 ayı geçmeye başladıysa dişleri de çıkmıştır, yavaştan kendi kendine çiş kaka yapmaya ve ciddi derecede oyunlar oynamaya başlar. J 1,5-2 aylık arasındaysa yavru kediler için olan kuru ve yaş mama vermeye başlamalıyız çünkü toz mama onlara yetmeyecektir. Kendi tuvalet ihtiyacını karşılıyorsa da yine pamukla uyarmaya devam edelim.

Oyun çağında olan bu ufak yavrular için güvenlik önlemleri almalıyız. Evin içinde yürürken biz, yavru kutusunda değilse üzerine basmayacağımız şekilde yürümeliyiz. Öyle ufaklar ki dikkatsizlik yaşanabilir. Yavrunun evin içinde dolaşırken ya da oyun oynarken sıkışabileceği yerler var mı? Üzerine bir şey düşebilir mi? Çıktığı kanepeler koltuklar, eğer düşerse kendini sakatlayabileceği kadar yüksek mi? (genelde, evet) Kısacası yavrumuzdan gözümüzü ayırmayalım.
Güneş almalarını mutlaka sağlayalım.

Sürekli anne arayışında olacaklar, anne ihtiyaçlarını tamamen olmasa da giderebilmek için beslenme ve tuvalet ihtiyaçlarını gidermek, sıcak bir yerde uyutmak yeterli olabilir. Size sokulmak, sizin sıcaklığınızla uyumak istiyorsa da buna izin verin.

Birincil ihtiyaçları karşılanmasına rağmen hep ağlıyorsa, ateşi varsa ya da tam tersi hareketsiz, iştahsızsa mutlaka veteriner tarafından muayene edilmeli.



                                                      Karamuk'un son hali. :)


Kedi, inek, civciv, insan… Hiçbir yavrunun annesiz kalmaması dileğiyle.

*Bir vegan olarak belirtmem gerekiyor ki market rafından aldığınız inek sütü, annesiz kalmış bir buzağı demek. Burada yazdıklarım inek sömürüsünü desteklemek olarak algılanmasını asla istemiyorum. Bir yavruyu hayatta tutabilmek için acilen yapılabilir bir şey olduğu için belirtiyorum ve alternatifinden de bahsettim. Evcil olan etçil ve/ya hepçil olan hayvanların diğer hayvanlarla beslenilmesi konusu derin ve uzun soluklu bir tartışmadır, bu yazının konusu olmadığı için yer vermiyorum.

14 Ağustos 2015 Cuma

Boğa Fadjen, Boğa Güreşlerindeki Hileleri ve İşkenceyi Ortaya Çıkarıyor


Bu metni, bir boğayı güreşten kurtarıp ona dostluk eden Christophe Thomas'ın youtube'taki videosundan aldım. İngilizce alt yazılı video yukarıda ekli.

Bu videoyu bana hatırlatan, İspanya'dan gelen bir haberdi. Güreş sahasında acılar içinde son nefesini vermek üzere olan bir boğanın yanına koşuyor bir aktivist. Son nefesinde ona ömrü boyunca hiç tadamadığı sevgiyi hissettirmek istiyor. Haberin İngilizce metinli haberi bu linkte yer alıyor:

https://goo.gl/ETkuVV

Thomas boğa güreşlerinde matadorların tek yaptıklarının hayvanların belirli özelliklerinden faydalanmak olduğunu anlatıyor. Fadjen adını koyduğu boğanın sevgi dolu yüreğine şahit olmak için videoyu izlemenizi öneriyorum.

"Benim adım Christophe Thomas. Kamyon sürücüsüyüm. 36 yaşımdayım. Brittany'de yaşıyorum, burası boğa güreşlerinin yapılmadığı bir yer.

Ben 7-8 yaşlarımdayken babamla bir pub'a giderdik. Orada, duvarda, büyükçe bir kilimin üzerinde boğa güreşi temalı bir işleme vardı. O sahnede herhangi bir acı olduğunu düşünmemiştim. Sade bir betimlemeydi. Boğa ile oynayan ve hayvanları seven bir adam görüyordum sadece, o resmi seviyordum. Ta ki biri bana o resimde gerçekten ne olduğunu anlattı, ya da ben kendim anladım, tam hatırlamıyorum. Ve kendime sordum: "Hayvanlara böylesi şeyleri nasıl yapabiliriz?"

Kendime bir söz verdim: İleride bu boğayı kurtaracaktım. Yaklaşık 30 yıl sonra bir boğa bulmak için araştırma yaptım, ve şimdi evimde benimle birlikte yaşıyor.



Fadjen yola çıktığı zaman, besici onun Britanny'e doğru geldiğini haber vermek için telefon açtı. Ona Fadjen'in gerçek bir İspanyol boğası mı yoksa kırma mı olduğunu sordum. İki ebeveyninin de İspanyol boğası olduğunu ve bunun kimliğinde yazdığını söyledi. Gerçek bir güreş boğasıydı. Sonra hayvanın davranışları üzerine konuşmaya başladık. Bana bir köpeğim olup olmadığını sordu. Konuyu nereye götürmek istediğini anlamadım ama evet, köpeğim var dedim. "Eğer ona iyi bakarsan, sana köpeğinden daha yakın bir dost olacak." dedi.

Bu sözün üzerine şok oldum. Nasıl hayvanlar olduklarını, aslında tamamen zararsız olduklarını biliyorlar, dedim kendime. Saldırganmış gibi görünmeleri, boğa güreşi için hazırlandıkları sürecin koşullarından kaynaklanıyor. Gizil süreç, görülen şey ile beynin bacaklara potansiyel bir yön değişimi için gönderdiği mesaj arasında cereyan ediyor. Boğalar için bu zaman bir saniyenin yarısı. Bir boğa saldırıya geçtiği zaman, boğa güreşçileri önce sağa sonra hemen sola hareket ediyor. Görmek ve harekete geçmek arasında her zaman gizil bir zaman dilimi vardır. Güreşçiler bunu bilerek hayvanları kandırıyorlar. Onlar kahraman falan değil. Sadece hayvanı çok iyi biliyor ve bu bilgiden yola çıkarak onu kandırıyorlar. İnsanlarsa matadorun hayvanın elinden kaçıp kurtulmayı başardığını düşünüyor. Ama aslında sadece hayvanın o gizil sürecinden faydalanıyor.

Matador hayvanın etrafında döndüğü zaman yine aynı kandırmaca. Burada bir kahramanlık yok. Hayvanın esnek olmadığını, matador aynı mesafede kaldıkça hayvanın ona erişemeyeceğini biliyor.

Boğa güreşi bir sihirbazlık gösterisi gibi, göz aldanması üzerine kurulu. Ve gösterilen her şey sahte, izleyiciler kandırılıyor. Bu sebeple boğa güreşinin iki kurbanı vardır derim: ilki boğalar, ikincisi izleyiciler. Bu tamamen para için yapılan bir şey. Bunun gelenek ile alakası yok, onlar geleneği umursamıyorlar. Gelenek mitini sürdürürken paraları cebe indiriyorlar.



4-5 aylık buzağılar çocukların yetiştirildiği boğa güreşi okullarına gönderiliyorlar. Tam bir katliam. Hayvanın 150-180 kilo olduğunu düşünün. Yaklaşık 45 kiloluk bir çocuk "işini" tam olarak yerine getiremez. Bu yüzden hayvanlar tarif edilemez acılar çekiyorlar.

2 yaşındaki boğalar genç matadorlara veriliyor. 4-5 yaşlarına geldiklerinde hala hayattalarsa, klasik güreş sahalarına veriliyorlar. Boğaların yüzde 95'i insanların gıda tüketimi için kullanılıyor.

Fadjen şimdi 14 aylık, boğa güreşi okuluna verilecek yaşta.



Bence boğa güreşleri kendini yok ediyor. Daha az seyirci var ve insanlar bunun ilginç olmadığını, boğanın acı çektiğini, barbarlığın bir gösteri olamayacağını biliyor. Bazı şeyler değişiyor. Boğa güreşi geçen sene Katalonya'da yasaklandı. Fransa'da Frejus isimli bir şehir de bu yasağı takip etti. Bence diğerleri de zamanla edecek.

Güreş sahasında boğalar neden saldırır?
Öyle ufak yerlerde saklanmalarına ya da kaçmalarına imkan yoktur. Kendilerini güvene almalarının tek yolu, saldırmaktır. Fadjen de ona sarıldığınız zaman güvende hissediyor.

Fadjen ile birlikte yaşamaya başladığımdan beri, bu hayvanların agresif değil uysal ve sevecen olduğunu gösterme şansım oldu. "


5 Ağustos 2015 Çarşamba

Yahudiler ve Araplar Veganlık ve Hayvan Hakları İçin Birlikte Yürüdü



24 Temmuz Cuma günü 1,000'den fazla hayvan özgürlüğü aktivisti İsrail'in Haifa kentinde “Biz onların sesiyiz: Hayvanlar için bir araya geliyoruz.” sloganıyla yürüyüş yaptı.

Arap ve Yahudi aktivistlerin birlikte organize ettikleri bu yürüyüş, Kuzey İsrail'de iki topluluğun arasında süregelen dayanışmanın içinde anlamlı bir vurgu oldu. Bu bölgede iki topluluktan da vegan aktivistler son birkaç senedir birlikte çalışıyorlar.

Facebook üzerindeki etkinlikte 2,500 kişinin gidiyor olarak işaretlediği eylemin 3 temel amacı vardı: çiftlik hayvanlarının maruz kaldığı sömürü hakkında insanları bilinçlendirmek, İsrail'in kuzeyinde vegan aktivizmi canlandırmak ve iki topluluğun bütün ve eşit desteğini sunmasına imkan sağlayan büyük çaplı bir etkinlik oluşturmak.


Arapça ve İbranice yazılı dövizleri taşıyan vegan aktivistler.


Yürüyüşün iki organizatörü ile röportaj

The Vegan Woman” (Vegan Kadın) (röportajı yapan web sitesinin başlığı) etkinliğin iki organizatörüyle röportaj yapmanın muhteşem şansına sahip oldu: Sharbel Balloutine, öncü bir vegan aktivist, yazar ve Arap hayvan hakları kuruluşu olan “The Vegan Human” ın kurucusu; ve Shlomi Hillel bir hayvan özgürlüğü aktivisti ve “The Vegan North” un kurucusu.
 
Sharbel ve Shlomi, bu başarılı etkinlik için öncelikle sizi tebrik ediyoruz. Eminim siz de biliyorsunuz ki böyle bir dayanışma, dünyanın farklı yerlerinde pek çok insana da ilham kaynağı oldu ve hem veganlık hem de gelecekteki barış adına yapılan dayanışmalar için umut kaynağı oldu.
Geçen cuma gerçekleşen yürüyüşü meydana getiren Arap-Yahudi dayanışması hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
 
Shlomi: “Elbette. Vegan aktivizmi Kuzey İsrail'de son 10 yıldır gündemde. İlk yıllarında bilgi stantları ve broşürler aracılığı ile insanları bilinçlendirme üzerine çalışmalara odaklanılıyordu. 2012 yılında “The Vegan North” isimli bir grup kurduk. Sosyal medyanın gücüyle birlikte, etkinlikleri organize etmek ve yeni potansiyel aktivistlere ulaşmak çok daha kolaylaştı. Etkinliklerimiz meat-outlar, sergiler, eylemler ve sosyal aktivitileri kapsadı.
Etkinliklerimize ek olarak, bugün “The Vegan Human” olarak bilinen büyük çaplı Arap hayvan hakları grubu Sharpel'in ilham veren önderliğinde Kuzey İsrail'de çalışmalarına başladı. Etkinliklerinin başlangıcından itibaren iki grup arasında yakın bir dayanışma oluştu. Bu dayanışma Arap ve Yahudi semtlerinde ortak eylemleri doğurdu. Ve iki topluluk arasında sıkı arkadaşlıklar kuruldu. Bu arkadaşlıklar, diğer değerli eylemlerin arasında, geçen Cuma gerçekleştirilen başarılı yürüyüşe de imza attı.


Etkinliğin iki organizatörü: Sharbel Balloutine (sol) and Shlomi Hillel (sağ).

Sizce dinlerin, kültürlerin ve politik görüşlerin farklı olması sizin aktivizminizde gerginlik yaratıyor mu? Eğer öyleyse bu gerginliği nasıl yönetiyorsunuz, ya da ulaştırmak istediğiniz mesaj ne?

Sharbel: “Aslında aramızda çok az gerginlik hissettik, ve bu gerginlik ortaya çıktığında birbirimize bir araya gelmemizin önemini anımsattık: yeryüzündeki en çok sömürülen canlılar, yani hayvanlar için bir aradayız.
Geçen cuma ortaya koyduğumuz eylem bunun şahane bir örneği: Araplar ve Yahudiler tüm erkeklerin ve kadınların eşit olduğunu ve her birimizin tüm dünyaya bedel olduğunu belirtmek için bir araya geliyor. Her bir inek tüm dünyaya bedel, her bir domuz tüm dünyaya bedel, damarlarında kan gezinen, nefes alabilen, acı çekme ve sevme yetisine sahip olan diğer tüm canlılar gibi. Bir canlının bir başkasından daha değerli olabileceği kanısını değiştirmeyi hedefliyoruz, biri diğerinden sadece daha zayıf diye sömürülmesinin haklı görülebileceği kanısını.
İnsanlar bu mesajı almamak için direnebilir ama bu mesajın duyulmasını bir şekilde sağlamak için birlikte mücadele ediyoruz. Onlar acı çektikçe biz onların sesi olarak uğraşmaya devam edeceğiz.



Sizce bu yürüyüş başarılı oldu mu?

Shlomi: “Yürüyüş olağanüstüydü, duygulu ve eşsiz bir etkinlikti ve bir parçası olduğum için onur ve gurur duydum. Ne kadar etkili olduğunu kestirmek zor. Bu eylem hepimiz için geçerli olan etik ilkeleri ve adaleti savunmak adına hemen herkesin bir araya gelebileceğini kelimenin gerçek anlamıyla gözler önüne serdi. Bence hayvan hakları meselesi insan haklarının doğrudan kapsamının içindedir çünkü bu hakları savunarak adalet, merhamet ve barışı da savunuyoruz. Bence yürüyüş bu değerli yansıttı ve kolektif belleğimizde uzun bir zaman yer edecek.

Eğer okuyuculara bir mesaj bırakmak isteseydiniz, bu ne olurdu?

Sharbel: “Katledilen her can, tüm insanlığa şiddettir.”
Shlomi: “Hayvan sömürüsünün hiçbir savunusu olamaz. Öldürmenin ve gereksiz acı vermenin yanlış olduğunu düşünüyorsanız, vegan olmalısınız.


Sharbel ve Shlomi, ilham verici bu röportaj içn, sizin ve diğer veganların emekleri için çok teşekkür ederim. Dilerim mesajlarınız çok uzaklara dahi ulaşır ve pek çok insanın hem kalbine hem de zihnine dokunur.

Kaynak: http://www.theveganwoman.com/jews-and-arabs-march-together-for-veganism-and-animal-rights/
Çeviri: D. Ferahi

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Nepal şefkati seçiyor: Dünyanın en büyük hayvan kurban etme bayramı bir daha yapılmayacak.

Nepal şefkati seçiyor: Dünyanın en büyük hayvan kurban etme bayramı bir daha yapılmayacak.
29 temmuz 2015

Nepal’deki Gadhimai festivali, çağlardan beri “gelenek” adı altında kurban edilen hayvanların kanlarıyla yıkanan tapınaklara sahne oluyor. 
Bu festival son 300 yıldır her beş yılda bir gerçekleşiyor.
Ama artık sona erdi –bugün.

Gadhimai Temple Ortaklığı olarak hayvan kurban etmeye bir son verdiğimizi resmi olarak duyuruyoruz. Sizlerin yardımlarıyla birlikte, Gadhimai 2019’da hayvan kanı dökülmeyeceğinin teminatını veriyoruz. Dahası, Gadhimai 2019, yaşamın kutlaması olacak. Alınan her canda yüreğimiz acıyor. Eski bir geleneği değiştirmenin zamanı gelmiştir.

Yüz binlerce bufalo, keçi ve tavuk sopayla darp edilerek ya da başları kesilerek öldürülmekten kurtuldu.

Bu, küçümsenecek bir başarı değildir. Humane Society International/IndiaAnimal Welfare Network Nepal’e olağanüstü emeklerinden dolayı ve dünyanın pek çok yerinde sayısız hayvan koruma gruplarına ve bireylerine, gaddarlığa karşı merhametin zaferine ilham oldukları için şapkamızı çıkarıyoruz.
Ve elbette en büyük takdir, insanlığın gidişatını değiştirme gücünün bizim elimizde olduğunu gösteren Gadhimai Temple Ortaklığının üyelerinin kendisine gidiyor.
Bu inanılmaz haber, festivalin kurbanları adına yapılan kampanyaların yer aldığı sosyal medyada bomba gibi patladı. Aynı zamanda bu zafer gösteriyor ki türümüzün kendisi için aldığı yol yavaş ama dünyanın her ülkesinde duyarlı insanların önderliğinde kesinlikle daha merhametli bir geleceğe doğru ilerliyor.
Yani, gittikçe daha duyarlı ve merhametli oluyoruz.
Dünya üzerinde daha önce hiç böyle bir pozitif değişim gerçekleşmemişti. Ve yeryüzündeki hayvanlar bu değişime hiç bu kadar ihtiyaç duymamıştı. İnsanların “bakımındaki” hayvanların ezici çoğunluğunun bir canlı olarak değil bir meta olarak değer gördüğü, hayatlarını endüstriyel çiftliklerde tutsak olarak geçirdiği bir çağda yaşıyoruz. Hayvan kardeşlerimize olan sorumluluğumuzun bilincine varmak ve bu sömürü çemberini kırmak için hayvanlara olan bakış açımızda küresel bir değişime ihtiyaç var.

3 yaşındaki Nepalli çocuğun keçi arkadaşını kurban edilmekten kurtarması dünya çapında milyonlarca insanın kalbine dokunmuştu.

Dünyadaki en köklü sömürü biçimlerinin çoğunluğu “gelenek” adı altında savunuldu. Kurban bayramı, ineklerin, keçilerin, koyunların anlatılmayan katliamından sorumludur.  

Duyarlı insanlar sömürü içeren gelenekleri değiştirmeye çalışırken, kendi kimliklerini kaybetmiş olmuyorlar. Bir kültür, geçmişin donup kalmış değerlerini taşıyan pratikleri sürekli tekrar ederek kendini daha değerli kılamaz. Bunun farkında olan insanlar kendi kimliklerini kaybetmek yerine, o kimliklerine güç katıyorlar. Bu sebeple Gadhimai festicali artık daha güçlü olacak.


Dünyanın en büyük hayvan kurban etme bayramı “yaşamı kutlama” bayramına dönüşebildiyse, gelecek için umutlu olmak için bir sebebimiz var demektir.
Kaynak: http://www.animalsaustralia.org/features/nepal-ends-worlds-largest-animal-sacrifice-event-gadhimai.php?ua_s=facebook
Not: Kaynaktaki metin kısaltılmıştır.
Çeviri: D. Ferahi

20 Ocak 2015 Salı

Jo-Anne McArthur ile Fotoğraf Aktivizmi ve Hayvan Sömürüsünün Görünürlüğü Üzerine Bir Röportaj

">


Jo-Anne McArthur ile Fotoğraf Aktivizmi ve Hayvan Sömürüsünün Görünürlüğü Üzerine Bir Röportaj
Jo-anne McArthur, İspanya’da boğa güreşlerine, Asya’daki ayı safrası çiftliklerine*, Kuzey Amerika’daki hayvan deneyi laboratuarlarına, Afrika’da yasadışı avlanma yapılan bölgelere ve dünya çapında hayvanların yemek ve eğlence uğruna sömürüldüğü diğer pek çok alana gidip bu mekânları ve hayvanları fotoğraflıyor. McArthur’un fotoğraflarının bize anlattıkları yeryüzü ve tüm bileşenleri için hayati bir değere sahip: Hayvan dostlarımıza tarifi imkansız acılar yaşatıyoruz ve bir an evvel sebep olduğumuz acılarla ve yıkımlarla yüzleşmemiz ve onlara bir son vermemiz gerek. Dr. Melanie Joy, Karnizm’in tanımını yaptıktan sonra bir eylem çağrısında bulunur: Hayvan sömürüsü ve katliamı gözden uzak yerlerde, kapalı kapılar ardında gerçekleşmektedir ve bize düşen, bu görünür olmayan sömürüyü görünür kılmaktır. McArthur’un çalışmaları tam da bu bağlamda etkili bir eylem biçimidir: “Hayvanlara yaptığımız şeylerin çoğunluğu kapalı kapılar ardında gerçekleşiyor. Endüstri, bu hayvanların hangi koşullarda yaşadıklarını ve nasıl öldürüldüklerini bilmemizi istemiyor, eğer bilinse çok daha fazla protesto ve karşı geliş meydana gelecek.”

Türkiye’de hayvan hakları aktivizmi çevresinde fotoğraflarınızdan haberdar olan pek çok insan var: özellikle sosyal medyada paylaşılıyor, üzerine konuşuluyor, ya da hayvan hakları/hayvan sömürüsü ile ilgili yazılarda, makalelerde sizin fotoğraflarınız kullanılıyor. Öte yandan “We Animals” başlıklı projeniz, amaçları ve işleyiş biçimi pek bilinmiyor. Sıklıkla paylaşılan birkaç çalışmanız dışındaki değerli fotoğraflarınız pek bilinmiyor. Bu sebeple sizi ve projenizi daha detaylı tanımak ve tanıtmak istiyorum.

We Animals” (Biz Hayvanlar) projesi ne zaman başladı? Ve bu projenin amaçları neler?
We Animals” başlığını 1998 yılında Ekvador’a yolculuk ederken buldum ama 2003 yılına dek projeye tam anlamıyla başlamadım, yani 10 yıldan fazla oluyor. Bu projenin temel amacı eğitmek**. Hayvanlara yaptığımız şeylerin çoğunluğu kapalı kapılar ardında gerçekleşiyor. Endüstri, bu hayvanların hangi koşullarda yaşadıklarını ve nasıl öldürüldüklerini bilmemizi istemiyor, eğer bilinse çok daha fazla protesto ve karşı geliş meydana gelecek.
We Animals aynı zamanda “daha önce ne oldu, şimdi ne oluyor ve bir daha asla olmaması gereken” in sürekli büyüyen bir arşivi. Hayvanların fotoğraflarını çeken çok sayıda kişi var ama We Animals projesi gibi, acımasız gerçekleri gözler önüne seren çok az kişi var. Gerçeği göstermek önemli; sadece görmek *istediğimiz* tatlı, şirin hayvan suratlarını değil.

Fotoğraflayacağınız alanları ve hayvanları nasıl seçiyorsunuz? Öncelik tanımak istediğiniz sömürü alanları oluyor mu?
Sayıca en fazla acı çeken hayvanlara öncelik tanıyorum, yani yediğimiz hayvanlara. Biz insanların 2014 yılı içersinde yediği hayvanların sayısı 72 milyar, bu rakama deniz canlıları da ekli mi, bilmiyorum. Biz dünya üzerinde 7 milyarız ve 72 milyar hayvan yiyoruz, öyle mi? Bu demek oluyor ki dünyayı ölümüne yiyoruz. Her şeyi daha az tüketmemiz gerekiyor. Yediğimiz hayvanlar, üzerinde deney yaptıklarımız, neredeyse her yerde görünmez durumdalar. Bu yüzden onlar benim odaklandığım nokta. Keza kürk için “yetiştirilen” hayvanlar da öyle. Milyonlarca kürklü hayvan her sene biz onların kürkünü giyelim diye öldürülüyor. Bu gaddarca. Ve bu gereksiz.

Sömürü mekânlarına giriş iznini nasıl sağlıyorsunuz?
Bazen bir tur atmak istediğimi söylüyorum, bazen geceleri açık kapılardan daha evvelden organize olduğumuz bir grup ile giriyorum. Içeri giriyoruz, fotoğraf çekiyoruz, ve arkada kendimizden bir iz bırakmadığımızı umarak dışarı çıkıyoruz.

Sizin ziyaret ettiğiniz bu işkence mekânlarının sahipleri, sizin çalışmalarınızı görüp size karşı herhangi bir tavır aldı mı, tepki verdi mi? Çalışmanız esnasında herhangi bir saldırgan tepkiyle karşılaştınız mı?
Mekan sahiplerinin %99.5’inin bizi orada istemediğini söyleyebilirim. Zorluk yaşadığımız birkaç olay oldu, ve kısa bir sure önce bizi mekan içinde fark edip kovalayan bir kamyon arkadaşlarımdan birine çarptı.

Melanie Joy’un karnizmi anlatırken ifade ettiği gibi, sömürülen hayvanlara ve sömürü mekanlarına ne kadar uzak olursak, bu büyük sorunu o kadar kolay göz ardı ediyoruz ve hayvan yemeği normalleştirmek o kadar kolaylaşıyor. Kendimi, hayvan sömürüsü ve katliamına ilişkin görsel ve videoları izlemekle sorumlu hissediyorum, hem bu acılara benim de ait olduğum tür sebebiyet verdiği için, hem hayvan dostlarımın tam olarak ne çektiğini görüp anlamak için hem de ne için mücadele ettiğimi unutmamak, durup durup hatırlamak için. Öte yandan bu görsellere bakmak ve videoları izlemek bana çok büyük bir acı veriyor, günlerce uyuyamıyorum, yemek yiyemiyorum, günlük işlerimi gerçekleştiremiyorum.
Peki siz, bu hayvanların yanına gidiyor, onları yaşadıkları işkencehanelerde ziyaret ediyorsunuz, onlarla doğrudan temas ediyorsunuz. Onların acılarına ve kederlerine birinci elden şahit oluyorsunuz. Bu tecrübe sizin duygu dünyanızı nasıl etkiliyor? Bunun psikolojik ağırlığını nasıl kaldırabiliyorsunuz?

Aşırı yıpratıcı, travmatik, üzücü ve acı verici bir deneyim. Bir yılın pek çok ayını hayvanların sömürüldüğü mekanlarda geçiriyorum, ama zamanda, bu işi uzun süreli yapmak istiyorsam, profesyonel bir perdenin ben o mekanlardayken gerekli olduğunu öğrendim. Insanların elinde işkence gören hayvanların yaşadığı acılarla empati kuran pek çok insanın içi yanıyor, mahvoluyorlar ve aktivizmi devam ettiremiyorlar; ya da duygularını yok edip problem ile çok fazla acı içerdiği için artık ilgilenmemeye başlıyorlar.
Öte yandan, ben acıyı kabullenmeyi ama içinde yaşamamayı öğrendim. Şu an duyguların içinde yaşamamayı seçiyorum çünkü bu beni yıpratıyor ve hayvanların benim enerjik olmama ihtiyaçları var, onlara yardım etmeyi sürdürebilmem için. Ve hepimiz neşemizi beslemeye ve bizi mutlu eden şeyleri yapmaya ihtiyaç duyuyoruz, böylelikle mücadelemizi iyi bir şekilde sürdürelim. Depresyon ve mutsuzluk enerjiyi bitiriyor.
Aftershock başlığında güzel bir kitap var, pattrica jones yazmış (adını yazarken büyük harf kullanmıyor). Böyle bir acı çekme karşısında duyguların nasıl kontrol edilebileceği üzerine gerçekçi ve etkili bir rehber.
Dünyaya, hayvanlara ve birbirimize nasıl davrandığımız hususunda travmaya kapılan aktivistlere ve diğer duyarlı insanlara bu kitabı kesinlikle tavsiye ederim.

Bu resimlerin herhangi bir eylemlilik kapsamında kullanılmasına nasıl bakıyorsunuz?
Hayvanlara yardım eden herkes, görsellerime ücretsiz bir şekilde ulaşabilir. Fotoğrafçılık için biraz farklı bir yöntem ama projeye yapılan bağışlar sayesinde iş yürüyor. Bu fotoğrafları çekme sebebim onları görünür kılmak ve yayılmalarını sağlamak, bu yüzden kolay ulaşım birinci derecede öneme sahip.

McArthur'un diğer çalışmaları için: http://weanimals.org/

Bazı veganlara göre kan ve şiddet içeren görseller insanların dikkatini çekmek yerine onların gözlerinde bu şiddeti ve sömürüyü normalleştiriyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bence biz neyin işe yaradığı ve yaramadığı üzerine bir hareketin ve dolayısıyla bir deneyin tam ortasındayız. Buna doğru bir cevap olduğunu sanmıyorum ama farklı görsellerin farklı insanları hayatlarının farklı evrelerinde etkilediğini biliyorum. Bazı insanlar şiddet içerikli fotoğraflar gördükleri için vegan oluyorlar bazılarıysa kurtarma hikayelerini gördükleri, okudukları için. Bence birden fazla taktiğe ihtiyacımız var çünkü farklı uyarıcılara ve bilgilere tepki veren farklı insanlarız.

Fotoğraf aktivizmin yaygınlaşması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Yüksek kalitede görseller ve belgeseller üretecek daha fazla fotoğrafçılara ve film yapımcılarına ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. Görseller bizi harekete geçiriyor bu yüzden insanlara ulaşma konusunda önemli bir yol. Ama daha fazla kötü ya da orta halli işlere ihtiyacımız yok; insanlara yüzlerini çevirmek yerine kendine baktıracak kaliteli işlere ihtiyacımız var.

İlk yazışmamızda bana Türkiye’yi ziyaret ettiğinizi, İstanbul’da bulunduğunuzu ve burayı çok sevdiğinizi söylemiştiniz. Buraya dair, insanlar, kültür ve hayvanlar bağlamında, izlenimleriniz nelerdi? Burada hayvanlarla ilgili bir çalışma yürütmeyi düşünür müydünüz?
Türkiye’yi sıcak ve samimi buldum, daha fazla tanımak istediğim bir yer. Şu an ziyaret planım yok ama sıklıkla farklı ülkelerdeki gruplardan fotoğraf çekmem, konuşmam ya da The Ghosts in Our Machines filmini göstermem için teklifler geliyor. Bu film çalışmalarımda yer alan hayvanlar üzerine. Eğer Türkiye’de, orada çalışmama destek olabilecek birileri varsa gerçekleşmesini çok isterim. İnsanların orada fotoğraflanmasını istediği, ve Türkiyeli organizasyonların o fotoğrafları kullanabileceği meseleler varsa bunu yapmayı da çok isterim. Orada 2001 yılında sadece 1 hafta geçirdim. Pek çok sayıda sokak kedisi olduğunu fark ettim, şimdi durumun değişip değişmediğini bilmiyorum. Hayvanların nakli esnasında stresi azaltmaya ve kanunları değiştirmeye yönelik çabalar olduğunu biliyorum ama barınaklar olup olmadığını bilmiyorum. Türkiye’deki barınakları ve kurtarma eylemlerini fotoğraflamak isterim.

Röportajı yapan ve çeviren: D. Ferahi

Bu röportajın yapılmasına olanak sağlayan Jo-Anne McArthur’a ve emeği geçen herkese çok teşekkürler.


**Eğitmek; hayvan özgürlüğü konusunda insanları bilinçlendirmek.

Jo-Anne McArhur'un diğer çalışmaları için: http://weanimals.org/

28 Aralık 2014 Pazar

Ayı Safrası Çiftlikleri



Çin’de safra çiftliklerinde 10.000’den fazla ayı esaret altında tutuluyor, Vietnam’da ise yaklaşık 2,400 ayı aynı kaderi paylaşıyor. Ayılardan düzenli olarak safraları alınıyor, bu safra hem geleneksel tedavi yöntemlerinde hem de ev eşyalarında kullanılıyor.

Safra, çeşitli acı veren tekniklerle elde ediliyor ve bu teknikler ayılarda büyük çapta enfeksiyona yol açıyor. Ayı safrası için çok sayıda etkili bitkisel ve sentetik alternatif bulunmasına rağmen bu korkunç uygulama halen devam ediyor.

Bu çiftliklerde ayılar daracık kafeslerde tutuluyor. Çin’debu kafesler o kadar küçük ki ayılar dört ayak üstüne kalkamıyor ve dönemiyorlar. Bazı ayılar henüz bir yavruyken kafese konuyor ve ömürlerini bu kafeslerde geçiriyorlar. Bazıları 30 yıla varan süreler boyunca esareti yaşıyor. Bu ayılar hayatları boyunca açlık ve susuzluk çekiyor, ve onları öldüren pek çok hastalıkla ve tümörlerle yaşıyorlar.

Ayı safrası geleneksel Asya tedavi yöntemi olarak bin yıllar boyunca kullanıldı. Eskiden avlanan ayıların safra keseleri kesilerek içinden safrası alınırdı. Fakat 1980’lerde bu yöntem bir endüstriye dönüştü ve ayıların hayatı boyutları safraları alınmaya başlandı, bunun için de kafeslerde esir tutulmaya başladılar.

Bu uygulama Vietnam’da illegal olmasına rağmen talep halen devam ettiği için illegal bir şekilde sürdürülüyor. Çin’de ise hala legal statüde.

Bu çiftliklerin kapatılmasını talep eden iki imza kampanyası linki:

Sabah gazetesinin 16 Eylül 2013 tarihli haberinde, bu çiftliklerden birinde işkence gören ayının önce yavrusunu öldürdüğü sonra da intihar ettiği yer alıyor: http://www.sabah.com.tr/dunya/2013/09/16/ayinin-intihari

Çeviri: D. Ferahi